Nasıl oldu da daha önce kimse akıl etmedi? Amerika ve Güney Avrupa kıtaları boyunca milyonlarca insan rekor sıcaklıklardan bunalırken, çözüm göz önünde fark edilmiyordu. Basit, etkili ve burnumuzun dibinde – fakat bunu farketmek için Fransa Cumhuriyeti başkanının keskin zekası icap etmekteydi. Paris moda haftasında, Macron’un Ekolojik Dönüşüm ve Bölgesel Uyum Bakanı Bérangère Couillard, çığır açan bir önlem açıkladı: önümüzdeki sonbahardan itibaren, giyim eşyasını tamir ettiren herhangi bir Fransız vatandaşına 6 € ila 25 € arasında değişen teşvikler sağlanacak. İklim krizi terziye veya ayakkabı tamircisine gidilerek savuşturulacak. Fransa devletinin özenli bürokrasisi sayesinde artık bu tekstil tamir teşviğinin detaylı bilgisine sahibiz:
Bir çift ayakkabı için:
Ayakkabı
tabanlığı için 8 €
Ayakkabı
topuğu için 7 €
Dikiş
veya tutkallama için 8 €
Yeni pençe yapımı için 18 € (deri ayakkabılar için 25 €)
Fermuar değişimi için 10 €
Giyim
için:
Delik,
yırtık veya sökük onarımı için 7 €
Astarlama
için 10 €
(giyim karmaşık yapıdaysa 25 €)
Fermuar için 8 €
Dikiş için 6 € (çift dikiş 8 €)
Bu rakamlar, Fransız hükümetinin çevre taahhütlerinin kapsamı ve daha genel olarak dünya liderlerinin küresel ısınmaya karşı “savaş ilanları”nda yaptıkları devasa eşek şakası hakkında çok fazla şey söylüyor. Bu sadece Macron’la sınırlı değil. Rekor kıran Temmuz sıcaklık dalgasından etkilenen ülke yöneticilerinin nasıl davrandıklarına bakın: sanki küresel ısınma, tek tük bir ceket için 6 € gibi tek rakamlı sayıyla (veya astarlı ceketse 10 € ile) telafi edilmesi gereken gelecekteki herhangi bir tehditmiş gibi.
Biz burada iklim inkarcılarıyla ilgilenmiyoruz: onların kötü niyeti bariz olduğu için görece tehlikesizdirler ve şirket finansmanına rağmen her saat başı daha acınası hale gelmekteler. Çok daha tehlikeli olanlar, klimalı ofislerinden ve özel uçaklarından endişe duyuyormuş gibi görünen ve daha sonra hiçbir şey yapmayan Macron gibilerdir – yani, ideolojik yönelimine bakılmaksızın dünyanın siyasal sınıfının kahir ekseriyetidir. Aslında hiç yoktan daha kötü: çünkü onlar, piyasanın kendisi tarafından yaratılan sorunlar karşısında piyasacı çözümleri teşvik ederek halkı yetersiz önlemler ve geçici çarelerle sorunun çözülebileceğine inandırmaktalar.
Dünya halihazırda plastik seli altında boğulmaktadır; fakat gezegendeki en etkili lobiye sahip olması muhtemel plastik endüstrisi, çarpıcı bir şekilde çevre tartışmalarında bulunmamaktadır. Plastik endüstrisinin bağımlı olduğu petrol sanayisi ise bu arada, reklam kampanyalarına bakılırsa, bastırılamaz bir çevre tutkusunu keşfetti; “yeşil aklama” (greenwashing) tam da suç örgütlerinin kara para aklamasını anımsattığı için uygun terimdir. Bu endüstriler aynı zamanda tamamen ihtimal dışı çözümler önermekteler. Elektrikli araba hulyasını düşünün – bizim daha az kirletmek için tüm küreyi kapsayan elektrik ağı inşa etmeye, (kamyon ve kamyonetler dahil olmakla) dünyadaki her bir aracı yenisiyle değiştirmeye ve onları üretimi insanoğluna bilindik en kirli süreçlerden biri olan bataryalarla donatmaya ithiyacımız var.
Bilim insanları bu saçmalıklara katkı sunmaktadır. Nature dergisinde yer alan yakın tarihli bir rapor, alkaliliği artırma amacıyla okyanuslara kristal ilave etme girişimlerinin ayrıntılarını veriyor: karbon emisyonlarının çeyreği okyanuslara karışmakta, bu ise suyu asitlendirip onu potansiyel olarak yaşanması imkansız hale getirmektedir. Söz konusu girişimler, denize kalsiyum hidroksit (1) (veya herhangi bir eşdeğerini) dökmek anlamına gelmektedir. Sorun şu ki, insanlar her yıl 37 milyar ton karbondioksit üretmekteler (1950 yılında bu rakam 6 milyar idi). 37 milyar tonun dörtte biri 9 milyar tonun üzerindedir, bu ise yalnızca, muhtemelen havadan denize düşürülecek, aynı ölçekteki kristal miktarıyla etkisiz hale getirilebilir. (Bu “çözüm”ün yol açacağı muazzam kirliliği hesaba katmadan) milyarlarca ton okyanus antiasidin üretimi ve küresel dağıtımı ne kadar miktarda karbondioksit salacaktır?
Her yıl – karbon emisyonları ve plastik üretimi tırmanmaya devam ettikçe – ulaşılması imkansız olduğu herkesçe bilinen hedefler şaşaalı bir biçimde ilan ediliyor. 2015 Paris iklim zirvesinin kapsayıcı hedefi, “küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayileşme öncesi seviyelere kıyasla 2 °C'nin oldukça altında tutmak” ve “ısı artışını sanayi öncesi seviyelere kıyasla 1,5 °C ile sınırlama” çabalarını sürdürmekti; bu ise sera gazı emisyonlarının “en geç 2025'ten önce zirveye çıkmasını ve 2030'a kadar %43 azalmasını” zorunlu kılmaktadır. Böylesi bildiriler, Noel Baba’ya gönderilen bir mektuba benziyor; hediyelerin gökyüzünden veya bacadan düşmesi için çocuksu dilekler. Sadece, burada, kendilerine Noel mektupları yazanlar dünya genelindeki hükümetlerdir. Mayıs ayında Dünya Meteoroloji Örgütü, 2027’den önce 1,5° ısı artışına ulaşma şansının 66% olduğunu açıkladı. Fakat aynı örgüt, gezegenin 2022 yılında sanayi öncesi ortalamaya göre 1,15 ± 0,13° daha sıcak olduğunu, bunun da son 8 yılı kayıtlara geçen en sıcak yıl haline getirdiğini; 2020 ve 2021 yılları arasında atmosferde metan gazı yoğunlaşmasındaki artışın ölçümlerin mevcut olduğu tarihten itibaren en yüksek olduğunu (metan gazı sera etkisine karbondioksitten çok daha fazla zararlıdır); okyanus seviyesi artış hızının 1993-2002 ve 2013-2022 onyılları arasında iki katına çıktığını; okyanus asitliğinin hızlandığını vs. ileri sürmektedir.
Fakat çevre krizi, okurlarını “mevcut gerçeklik” ile baş ettikleri konusunda sert bir biçimde bilgilendiren Financial Times gibi çevre kirliliği yaratan şirketlere yakın basın kuruluşlarından kaynaklanan uyarılara rağmen, gelecekteki bir tehdit muamelesi görüyor. Gezegen daha şimdiden yaşanmaz hale gelmektedir. Yakın zamanda bir tanıdığın bana yaptığı şakada olduğu gibi, “buzdolabına kilitlenmiş halde yaşayamazsın”; fakat ABD’nin en hızlı büyüyen şehri Phoenix’te bu yaz sıcaklık bir aydan uzun süredir 40° dereceyi aşmış ve bu da insanları sürekli olarak (küresel ısınmaya daha fazla ivme kazandıran) klimaya bağımlı hale gelmeye mecbur bırakmıştır.
Bugünün dünya liderleri, belki de Ionesco ve Beckett’ten ilham alarak, absürt siyaseti icat ettiler. Mevcut durumla baş etmede neye ihtiyaç olduğunu iyice kavramak için sadece Ukrayna’daki savaşa ayrılan dikkati, ideolojik mobilizasyonu ve kaynakları çevre krizine ayrılanlarla karşılaştırmaya ihtiyaç var. Fark şu ki, Ukrayna savaşı 43.8 milyon insanın hayatını tehlikeye atarken ve doğrudan tartışmalı bölgelerde yaşayan fazladan 9 milyon insanı etkilerken, çevre krizi milyarlarca insanın hayatını tehlikeye atmakta, milyarları yoksulluğa ve açlığa mahkum etmekte ve 2050 yılı itibarıyla 1.2 milyar iklim göçmeni öngören tahminlerle birlikte, şimdiden yılda 30 milyon insanı göç etmeye mecbur bırakmaktadır. Bu esnada, savaş emtia fiyatlarını ve bütçe açıklarını yükseltirken, Rusya ve NATO yüz milyarları silahlara harcamaktadır. Bu meblağın sadece onda biri çevre krizine ayrılsaydı, sonuç devrim niteliğinde olurdu.
Bu bize, yöneticilerimizin öncelikleri arasında çevrenin ne kadar üst sıralarda yer aldığına ilişkin net fikir vermektedir. Belli bir perspektiften, yeryüzünün efendileri doğaya karşı ABD’nin Rusya’ya davrandığı gibi davranmaktalar: açıkça beyan etmeden karşı tarafla savaşmak. Onlar, her şeyi yakıp kül ederek, gezegene şehirleri yağmalayan yağmacı gibi davranmaktalar. Neden “bilişsel aristokrasimiz” böyle inat ediyor? Gezegenimize zarar vermekte neden kararlılar? Onlar, bir şehri yağmaladıktan sonra diğerine geçebilen yağmacıları taklit edemezler. Her ne kadar hayali uzay endüstrilerine müşteri çekmeye çalışsalar da, bu gezegeni yaşanmaz hale getirdikten sonra yeni bir gezene göç edemeyecekler. Saf umursamazlık belki de? Herhangi bir yarın düşüncesini yok eden tam bir bugünün içine gömülme mi? Sınır tanımayan bencillik mi? Kendisi için dünyanın kurbağa rolünde olduğu akrebin sendromu mu? Yoksa bu, sorunla yüzleşme cesaretinden bir yoksunluk, basit bir korkaklık mı?
Belki
de ipucu, kelimelerle ifade edilemez
Macron’un kendisi
tarafından, genç bir adamın
polis tarafından öldürülmesiyle tetiklenen ve
Haziran sonunda (büyük çoğunluğu
banliyölerde yaşayan göçmen çocuklar olan)
Fransız gençliği arasında patlak veren şiddet
olaylarıyla ilgili olarak konuştuğu zaman verilmiştir. Macron’a göre çözüm basitti: “düzen, düzen, düzen”. “Otorite yeniden kurulmalıdır” çünkü
şiddet olayları, en nihayetinde, “ebeveyn eksikliği”ne
bağlıdır. Macron, protestocuların “büyük çoğunluğunun
ya tek ebeveynli ailelerden geldikleri ya
da aileleri nafaka üzerine temellendiği için
kırılgan aile yapısına sahip olduğunu” anlatmaktaydı.
Kısaca, bu,
toplumdaki görgü kurallarını kavgacı çocuklarına
aşılayamayan (ve gevşek ahlaka sahip
oldukları ima edilen) bekar annelerin hatasıdır. Diğer bir deyişle, banliyö gençliği şiddete eğilimlidir, çünkü onlar … çocuklarıdır. Hayret bir şey, hiç aklımıza gelmemişti!
Belki elitler de … çocukları oldukları için, kabul bile etmeden,
gezegende
böyle şiddet uygulamaktalar.
*Bu
yazı, 8 Ağustos 2023 tarihinde New Left Review dergisinin
blog sitesi Sidecar’da
yayımlanmıştır.
(This article was published on Sidecar,
the NLR blog, in August 8, 2023.)
Yorumlar
Yorum Gönder