Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor.
Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkla rastlanabileceği bir biçimde, sanki Gramsci’nin klasik Marksistlerden ayrılarak altyapıyı tamamıyla dışlayıp üstyapıyı teorisinin merkezine oturtmuş olduğu gibi eksik -ve dahası belki de art niyetli- bir sav üretilmeye çalışılıyor.
İşin aslına bakacak olursak her iki yazının da merkezinde yer alan savların oldukça yanıltıcı olduğu çabucak görülecektir. Gramsci için ekonomiyi toplumsal çözümlemenin odağına yerleştirmek, toplumsal sınıfların üst yapıdaki yansımalarını göz ardı etmeyi gerektirmez ve bu durum onun altyapıyı görmezden geldiği anlamına gelmez. Onun için altyapı ile üstyapı arasındaki zorunlu karşılıklılık, gerçek diyalektik süreçten başka bir şey değildir. Gramsci için tarihsel blokun her iki düzeyi (altyapı ve üstyapı) bir arada, bütüncül bir şekilde algılanmalıdır. Bu kapsamda son kertede altyapı belirleyici olsa da üstyapısal etkenlerin yapı ile karşılıklı belirlenim içinde olduğu açıktır. Praksis felsefesindeki teori ve pratik birlikteliğinde teori, tarihsel sürecin nesnel ilerleyişine yönelik saptamalar bütünüyken (yapı), pratik kısım bu saptamalar eşliğinde siyasal alanda harekete geçen öznelliğin -işçi sınıfı- mücadelesidir (fail). Gramsci, Marksizmi sosyolojik eksene sıkıştırmaya da faili önceleyen yaklaşıma da uzak durmaktadır. O, çoğu dönemdaşının aksine tarihsel süreçteki nesnel ve öznel diyalektiğini kavramıştır.
Aşırı sağın baş aşağı baktığı sivil toplum kavramı, Gramsci için salt ekonomik altyapı yerine -onu da beraberinden ayırmadan- ideolojik, politik, hukuki üstyapılar bütünü içinde anlamlıdır. Hegemonya ile sivil toplumun ilişkisinde ise, sivil toplumun egemen sınıfın ideolojisini topluma yaydığı kurumsal, örgütsel süreç olduğu söylenebilir. Politik toplum (devlet) ise egemen sınıfın siyasal üstünlüğünü sürdürmesine yardımcı olan zorlama, baskı ve tahakküm araçlarının bütünüdür. Bu ikilik bir sentez yaratır. Sivil toplum ve politik toplum (devlet) ikiliği arasında bir diyalektik vardır; sivil toplum devletsiz, devlet sivil toplumsuz anlaşılamaz. İşte bu noktada bugünkü aşırı sağın sümenaltı etmeye çalıştığı gerçek patlak verir; egemen sınıf…
Egemen sınıf, kendi hegemonik üstünlüğünü sivil toplum alanındaki entelektüel ve ahlaki liderlik süreçleriyle kurarken, siyasi iktidarını da devlet aygıtının etkisiyle güvence altına alır. Devlet, iktidarı, verili koşullarda evrensel değerlerin temsil edildiği etik-politik bir uğrak olarak, geniş kitlelerin ideolojik algısına yerleştirdiğinde egemen sınıfın yönetilenler üstündeki hegemonik üstünlüğü tescillenmiş olur. Bu perspektifle bakıldığında, hegemonya, yönetici sınıfın üstünlüğünün sosyokültürel ve ideolojik araçlarla kurulduğu; bu sınıfa özgü dünya görüşünün (en genel anlamda, ideolojinin) toplumun ortak değerlerinin oluşum sürecinde belirleyici bir konuma geldiği; aktif ya da pasif rızaya dayalı ikna yöntemlerinin etkili olduğu bir ilişkidir.
Gramsci, ortak duyuyu hegemonik üstünlüğün dikkat çekici bir göstergesi olarak betimler. Ortak duyu, sıradan insanın kendi varoluşuyla ilgili soru(n)larına hazır yanıtlar/çözümler bulmasına yardımcı olan popüler düşünce, inanç ve değerlerin yansıdığı, herhangi bir felsefe sistemine indirgenemeyen bir üstyapı alanıdır.
Ortak duyunun egemen sınıf hegemonyasının yeniden üretilmesindeki işlevi, kitlelerin gündelik yaşama ilişkin algı ve yorumlarında bir tür kendiliğindenliğin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Hegemonik ideolojinin bağımlı sınıflar üzerindeki biçimlendirici etkisi, mevcut iktidar ilişkilerini değişmez olarak gösteren bakış açılarının yaygınlaşmasına bağlıdır.
Ortak duyu, egemen inanç ve değerleri sıradan gerçeklere dönüştürerek ebedileştirir. İnsanların yaşam tarzlarının oluşmasında yol göstericilik yapar, böylece toplumsal ilişkilerin başka inanç ve değerler doğrultusunda yeniden yapılandırılmasının olanaksız olduğunu ima eder.
Bu kapsamda egemen sınıfa karşı verilecek savaşta ortak duygunun kitleleri edilgenleştiren özelliğinin kırılması gerekir. Oysa ki bugün “Gramsci’yi sahiplendiği” iddia edilen aşırı sağın tam olarak yaptığı kitlelerin edilgen yapısını yeniden üretmektir. Aşırı sağ, kendi teorisini ister Gramsci’ye ister Schmitt’e yaslamaya çalışsın hiçbir ayrım gözetmeksizin yaptığı şey mevcut ekonomipolitik eşitsizliğin asıl nedenini gölgeleyecek çeşitli paranoyaları toplumun damarlarına zerk etmektir.
Bu zehrin panzehiri yine Gramsci’dedir; karşıt-hegemonya… Yeni bir tarihsel blokun ve uygarlığın kurulmasını amaçlayan tüm sınıf etkinliklerinin, siyasal iktidarın ele geçirilmesinden önceki bütün bir sürece yayılma gerekliliğiyle başlayan karşıt hegemonya sürecinde asıl hedef, devlet aygıtında somutlanan siyasal iktidarın kazanılması olacaktır. Devlet yönetiminin kazanılmasından önce, bağımlı sınıfların hegemonya mücadelesi, öncelikli olarak egemen sınıfın siyasal ve ideolojik alanlarda yalnızlaştırılmasını, başka bir deyişle mevcut iktidar blokunun dağıtılmasını hedefler. Karşı hegemonya mücadelesinde işçi sınıfı ancak diğer bağımlı sınıfları (örneğin, köylülük) kendi mücadelesine eklemlediği süreçte burjuvaziyle mücadele edebilir. Hatta bugünün penceresinden baktığımızda şu söylenebilir; salt bir işçi sınıfı mücadelesi yerine kadınların, öğrencilerin, köylülerin, işçilerin, ezilenlerin hep birlikte örgütlediği ortak bir halk mücadelesi mühim ve lazım olanın ta kendisidir. Bu mücadelenin örgütlenmediği bir düzlem, devrimci araçların (ve bizzat Gramsci’nin) gerici amaçlar için (aşırı sağ tarafından) kullanılmasıyla oluşan bir pasif devrimi beraberinde getirir.
Kısacası, WSJ ve FP’de yer alan yazıların yaptığı gibi Gramsci’yi salt bir kültür savaşının tasvircisinden ibaret saymak, önündeki buzdağını kırıp geçeceğini düşünen Titanik kaptanlarının yaptığı ahmaklığa benzemektedir. Gramsci’nin kültürel hegemonyasının altında, tıpkı buzun altında yatan devasa kütlesi gibi, altyapı, sınıflar arası ekonomipolitik ilişki/çelişki vardır.
Gramsci’yi üstyapısal unsurlara hapsederek onun teorisini budamak, insanlığı okyanusun dondurucu soğuklarında ölüme teslim etmeyle eş değerdir. O zaman insanlığın yapması gerekenin kendisinden bir “kaptanı” değil -tıpkı Gramsci’de olduğu gibi- bir modern prensi çıkarması olduğunu söylemek pek de yanlış sayılmayacaktır. Üstelik bu Gramsci’nin de vurguladığı üzere, bir gönüllülük esasıyla değil tarihsel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Öyleyse, bunun gerekli koşulları içinde bulunduğumuz dünyada varken yeterli koşulların da içinde yaşadığımız toplumda mevcut olması elzem olandır.
Kaynakça
İşin aslına bakacak olursak her iki yazının da merkezinde yer alan savların oldukça yanıltıcı olduğu çabucak görülecektir. Gramsci için ekonomiyi toplumsal çözümlemenin odağına yerleştirmek, toplumsal sınıfların üst yapıdaki yansımalarını göz ardı etmeyi gerektirmez ve bu durum onun altyapıyı görmezden geldiği anlamına gelmez. Onun için altyapı ile üstyapı arasındaki zorunlu karşılıklılık, gerçek diyalektik süreçten başka bir şey değildir. Gramsci için tarihsel blokun her iki düzeyi (altyapı ve üstyapı) bir arada, bütüncül bir şekilde algılanmalıdır. Bu kapsamda son kertede altyapı belirleyici olsa da üstyapısal etkenlerin yapı ile karşılıklı belirlenim içinde olduğu açıktır. Praksis felsefesindeki teori ve pratik birlikteliğinde teori, tarihsel sürecin nesnel ilerleyişine yönelik saptamalar bütünüyken (yapı), pratik kısım bu saptamalar eşliğinde siyasal alanda harekete geçen öznelliğin -işçi sınıfı- mücadelesidir (fail). Gramsci, Marksizmi sosyolojik eksene sıkıştırmaya da faili önceleyen yaklaşıma da uzak durmaktadır. O, çoğu dönemdaşının aksine tarihsel süreçteki nesnel ve öznel diyalektiğini kavramıştır.
Aşırı sağın baş aşağı baktığı sivil toplum kavramı, Gramsci için salt ekonomik altyapı yerine -onu da beraberinden ayırmadan- ideolojik, politik, hukuki üstyapılar bütünü içinde anlamlıdır. Hegemonya ile sivil toplumun ilişkisinde ise, sivil toplumun egemen sınıfın ideolojisini topluma yaydığı kurumsal, örgütsel süreç olduğu söylenebilir. Politik toplum (devlet) ise egemen sınıfın siyasal üstünlüğünü sürdürmesine yardımcı olan zorlama, baskı ve tahakküm araçlarının bütünüdür. Bu ikilik bir sentez yaratır. Sivil toplum ve politik toplum (devlet) ikiliği arasında bir diyalektik vardır; sivil toplum devletsiz, devlet sivil toplumsuz anlaşılamaz. İşte bu noktada bugünkü aşırı sağın sümenaltı etmeye çalıştığı gerçek patlak verir; egemen sınıf…
Egemen sınıf, kendi hegemonik üstünlüğünü sivil toplum alanındaki entelektüel ve ahlaki liderlik süreçleriyle kurarken, siyasi iktidarını da devlet aygıtının etkisiyle güvence altına alır. Devlet, iktidarı, verili koşullarda evrensel değerlerin temsil edildiği etik-politik bir uğrak olarak, geniş kitlelerin ideolojik algısına yerleştirdiğinde egemen sınıfın yönetilenler üstündeki hegemonik üstünlüğü tescillenmiş olur. Bu perspektifle bakıldığında, hegemonya, yönetici sınıfın üstünlüğünün sosyokültürel ve ideolojik araçlarla kurulduğu; bu sınıfa özgü dünya görüşünün (en genel anlamda, ideolojinin) toplumun ortak değerlerinin oluşum sürecinde belirleyici bir konuma geldiği; aktif ya da pasif rızaya dayalı ikna yöntemlerinin etkili olduğu bir ilişkidir.
Gramsci, ortak duyuyu hegemonik üstünlüğün dikkat çekici bir göstergesi olarak betimler. Ortak duyu, sıradan insanın kendi varoluşuyla ilgili soru(n)larına hazır yanıtlar/çözümler bulmasına yardımcı olan popüler düşünce, inanç ve değerlerin yansıdığı, herhangi bir felsefe sistemine indirgenemeyen bir üstyapı alanıdır.
Ortak duyunun egemen sınıf hegemonyasının yeniden üretilmesindeki işlevi, kitlelerin gündelik yaşama ilişkin algı ve yorumlarında bir tür kendiliğindenliğin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Hegemonik ideolojinin bağımlı sınıflar üzerindeki biçimlendirici etkisi, mevcut iktidar ilişkilerini değişmez olarak gösteren bakış açılarının yaygınlaşmasına bağlıdır.
Ortak duyu, egemen inanç ve değerleri sıradan gerçeklere dönüştürerek ebedileştirir. İnsanların yaşam tarzlarının oluşmasında yol göstericilik yapar, böylece toplumsal ilişkilerin başka inanç ve değerler doğrultusunda yeniden yapılandırılmasının olanaksız olduğunu ima eder.
Bu kapsamda egemen sınıfa karşı verilecek savaşta ortak duygunun kitleleri edilgenleştiren özelliğinin kırılması gerekir. Oysa ki bugün “Gramsci’yi sahiplendiği” iddia edilen aşırı sağın tam olarak yaptığı kitlelerin edilgen yapısını yeniden üretmektir. Aşırı sağ, kendi teorisini ister Gramsci’ye ister Schmitt’e yaslamaya çalışsın hiçbir ayrım gözetmeksizin yaptığı şey mevcut ekonomipolitik eşitsizliğin asıl nedenini gölgeleyecek çeşitli paranoyaları toplumun damarlarına zerk etmektir.
Bu zehrin panzehiri yine Gramsci’dedir; karşıt-hegemonya… Yeni bir tarihsel blokun ve uygarlığın kurulmasını amaçlayan tüm sınıf etkinliklerinin, siyasal iktidarın ele geçirilmesinden önceki bütün bir sürece yayılma gerekliliğiyle başlayan karşıt hegemonya sürecinde asıl hedef, devlet aygıtında somutlanan siyasal iktidarın kazanılması olacaktır. Devlet yönetiminin kazanılmasından önce, bağımlı sınıfların hegemonya mücadelesi, öncelikli olarak egemen sınıfın siyasal ve ideolojik alanlarda yalnızlaştırılmasını, başka bir deyişle mevcut iktidar blokunun dağıtılmasını hedefler. Karşı hegemonya mücadelesinde işçi sınıfı ancak diğer bağımlı sınıfları (örneğin, köylülük) kendi mücadelesine eklemlediği süreçte burjuvaziyle mücadele edebilir. Hatta bugünün penceresinden baktığımızda şu söylenebilir; salt bir işçi sınıfı mücadelesi yerine kadınların, öğrencilerin, köylülerin, işçilerin, ezilenlerin hep birlikte örgütlediği ortak bir halk mücadelesi mühim ve lazım olanın ta kendisidir. Bu mücadelenin örgütlenmediği bir düzlem, devrimci araçların (ve bizzat Gramsci’nin) gerici amaçlar için (aşırı sağ tarafından) kullanılmasıyla oluşan bir pasif devrimi beraberinde getirir.
Kısacası, WSJ ve FP’de yer alan yazıların yaptığı gibi Gramsci’yi salt bir kültür savaşının tasvircisinden ibaret saymak, önündeki buzdağını kırıp geçeceğini düşünen Titanik kaptanlarının yaptığı ahmaklığa benzemektedir. Gramsci’nin kültürel hegemonyasının altında, tıpkı buzun altında yatan devasa kütlesi gibi, altyapı, sınıflar arası ekonomipolitik ilişki/çelişki vardır.
Gramsci’yi üstyapısal unsurlara hapsederek onun teorisini budamak, insanlığı okyanusun dondurucu soğuklarında ölüme teslim etmeyle eş değerdir. O zaman insanlığın yapması gerekenin kendisinden bir “kaptanı” değil -tıpkı Gramsci’de olduğu gibi- bir modern prensi çıkarması olduğunu söylemek pek de yanlış sayılmayacaktır. Üstelik bu Gramsci’nin de vurguladığı üzere, bir gönüllülük esasıyla değil tarihsel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Öyleyse, bunun gerekli koşulları içinde bulunduğumuz dünyada varken yeterli koşulların da içinde yaşadığımız toplumda mevcut olması elzem olandır.
Kaynakça
- Anne Showstack Sassoon - Gramsci’ye Farklı Yaklaşımlar.
- David Forgacs - Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935.
- Gazete Oksijen - "Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” https://gazeteoksijen.com/dunya/gramsci-nasil-trumpcilarin-favori-komunisti-oldu-240486
- Giorgio Ghiglione - “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” https://foreignpolicy.com/2024/12/13/giorgia-meloni-antonio-gramsci-italy-hegemony-culture/
- Kevin T. Dugan - “Meet MAGA’s Favorite Communist” https://www.wsj.com/politics/meet-magas-favorite-communist-5a1132ad?mod=author_content_page_1_pos_1
- Paul Ransome - Antonio Gramsci: Yeni Bir Giriş.
- Peter Thomas - Gramsci Çağı Felsefe Hegemonya Marksizm.
- Prof. Dr. Mehmet Yetiş’in “Gramsci ve Siyaset” Ders Notları
Yorumlar
Yorum Gönder