Ana içeriğe atla

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek

Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır.

Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre:

“Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak bir kârdır.” [1]

Argüman, temel olarak, tam otomasyonlu bir sistemde, belirli bir makine girdisinin daha büyük bir makine (veya diğer emtia) çıktısı yaratabileceğidir. Bu durumda, kâr ve kâr oranı (soyut) emek tarafından değil, tümüyle, kullanılan teknoloji (üretkenlik) tarafından belirlenecektir. Eğer 10 makine 12 makine üretiyorsa, kâr 2 makinedir ve kâr oranı 2/10 = %20’dir. Bu yaklaşım, farklı kullanım değerlerinin (örneğin, makineler) homojen bir miktar halinde bir araya getirmenin imkansızlığından kaynaklanan mantıksal tutarsızlık nedeniyle ölü doğmuştur. Para, farklı kullanım değerlerinin tümü tarafından ortakça sahip olunan ve karşılaştırma yapmayı mümkün kılan bir şeyden ziyade farklı kullanım değerlerini temsil ettiğinden dolayı bu bir araya getirme işlevini yapamaz. Tartışma burada noktalanabilirdi. Fakat devam edelim. Burada, değer, makineler tarafından üretilen kullanım değerlerinin (miktarlarının) parasal ifadesini simgelemektedir. Bunun, Marx’ın, emekçilerin harcadığı soyut emeğin parasal ifadesi olan değer anlayışıyla hiçbir ilgisi yoktur. Makinelerin de değer yaratabileceği ve bu durumun Marx’ın değer kuramını çürüttüğü argümanı bundan daha fazla hatalı olamazdı. Bu görüş hem (bir araya getirme sorunu nedeniyle) kendi hükümleri açısından hem de Marx’ın emek değer kuramının bir eleştirisi olarak mantıken tutarsızdır.

Daha makul görünen bir argüman şu olabilirdi: makineleri üretmek için (kuşkusuz) hem emeğe hem de makinelere ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurursak, değerin hem emek hem de makineler tarafından yaratıldığını varsaymak akla yatkındır. Fakat, ilk olarak, biraz önce gösterildiği gibi, eğer makineler canlı emek olmadan (Marx’ın anladığı anlamda) değer üretemiyorsa neden makinelerin canlı emekle bir arada değer (veya değerin bir bölümünü) üretebileceği açıklanmalı olacaktır. İkincisi, makineler ‘değer’ yaratabilseydi bile bu, insanların soyut emeğinin sonucu olarak değerden ziyade kullanım değeri olacaktı. Bu durum, yukarıda bahsedilen bir araya getirme sorununa işaret etmektedir. Üçüncüsü, eğer makineler ‘değer’ yaratabiliyorsa sınırsız sayıdaki diğer öğeler de (hayvanlar, doğa güçleri, Güneş lekeleri vs.) değer yaratabilir ve değerin belirlenmesi imkansız hâle gelir. Bu, aynı zamanda, üretimi bölüşümle ilişkilendiren bir bölüşüm ve fiyatlar kuramının imkansız olduğuna işaret etmektedir. Bu durumda, (...) fiyatlara ilişkin (talep ve arz üzerine temellenmiş) öznel kuramlara başvurulması gerekecekti. Dördüncüsü, makinelerin ürünün değerini yaratmasına karşı yöneltilen itirazların aynısı, değerini ürünün değerine aktaran makineler için geçerlidir. Aslında, makineler kullanım değerlerini aktaracak olsaydı bu, hemen farklı kullanım değerlerinin bir araya getirilmesi sorunuyla karşı karşıya gelecekti. Dolayısıyla üretim araçları ne değer yaratır ne de değerlerini ürüne aktarır.

Beşincisi, burada kuramın sınıf içeriği açısından emek için azami önemde sonuçlar bulunmaktadır. Bu bağlamda, Marx’ta, makinelerin değer yaratmadığını anımsamak yararlı olabilir. Aksine, somut emek makinelerin (ve daha genel olarak üretim araçlarının) değerini ürüne aktarmaktadır. Neden? Eğer emek her zaman aynı anda hem soyut hem de somutsa ve dolayısıyla meta her zaman aynı anda hem değer hem de kullanım değeriyse (değer ve kullanım değerine sahipse) değer emtianın kullanım değerinde içerilmektedir. O hâlde, eğer üretim araçları tüketilmekte ve dolayısıyla kullanım değerini somut emek aracılığıyla devamlı olarak kaybetmekteyse, aynı zamanda, kullanım değerlerinde içerilen değeri de kaybetmektedir. Ve eğer üretim araçlarının kullanım değeri ürünün kullanım değerine dönüştürülmekteyse, o zaman, üretim araçlarının değeri kaybolmamakta fakat somut emek vasıtasıyla ve somut emek üzerinden ürüne aktarılmaktadır.

Makinelerin değer yarattığı (veya değerlerini ürüne aktardığı) teziyle Marx’ın somut emeğin, üretim araçlarının değerini ürüne aktardığına ilişkin tezi arasındaki fark Marx’ın Senior’ün son saati eleştirisini hesaba kattığımızda açıklığa kavuşmaktadır. 8 saatlik bir iş gününü ve üretilen değerin 80c+20v+20s = 120V olduğunu varsayalım; burada c değişmez sermaye (constant capital), v değişir sermaye (variable capital) ve s artık değerdir (surplus-value). Bu durumda, kâr oranı 20s/100(c+v) = %20 ve artık değer oranı 20s/20v = %100’dür. Marx’a göre, 8 saatlik somut emeğin her anı üretim araçlarının kullanım değerini dönüştürmekte ve üretim araçlarının (80c) değerini ürüne aktarmaktadır. Aynı zamanda, bu örnekte, 8 saatlik soyut emeğin her anı sermaye ve emek arasında eşit parçalara bölünen yeni değer yaratmaktadır: emekçiler için ilk 4 saat (20v) ve sermayedarlar için geri kalan 4 saat (20s). Artık değer oranı %100’dür. Eğer çalışma günü 6 saate düşerse ve ücretlerde düşüş gerçekleşmezse (v = 4) artık emek zamanı 2 saate ve artık değer oranı %100’den 2/4 = %50’ye düşer. Şimdi Senior’ün argümanını düşünelim. Emek ilk 4 saatte makinelerin ve geri kalan 2 saatte tüketim araçlarının değerini yaratmaktadır. Eğer iş günü 8 saatten 6 saate düşürülse artık değer (temel tüketim mallarını üretmek için 2 saat gerektiğini göz önünde bulundurduğumuzda), Marx’ta olduğu gibi, 2 yerine sıfıra eşitlenecektir; artık değer oranı ise, Marx’ta olduğu gibi, %50 yerine sıfıra eşitlenecektir. [2] Somut ve soyut emek arasındaki ayrımı reddetmenin, yani tekdüze bir emek anlayışı üzerinden düşünmenin ideolojik işlevi bu durumda açıklığa kavuşmaktadır: böyle düşünmek, gerçek sömürü oranlarını ve bu sömürü oranlarının işçi sınıfı üzerindeki korkunç etkilerini gizlemektedir. Marx’ın feryat ettiği gibi, ‘bu iş kolunu görmüş olsaydı, Dante, kendi en dehşet verici cehennem tasvirlerini geride bıraktığını düşünürdü.’ [3]  

Fakat makinelerin değer yarattığı düşüncesini kabul etmemek için başka bir temel neden bulunmaktadır. Bu nedeni daha net bir şekilde kavramak için Marx’ın (...) krizlere ilişkin kuramından bazı unsurları önceden görelim. Marx’a göre, üretim araçları değer yaratmamaktadır. Fakat üretim araçları, belirli bir çıktının üretimi için gereken canlı emek miktarını azaltmaktayken insan üretkenliğini ve böylelikle yatırılan birim sermaye başına çıktıyı artırmaktadır. Yalnızca emeğin değer yarattığını göz önünde bulundurursak canlı emeğin üretim araçlarıyla ikame edilmesi yatırılan birim sermaye başına yaratılan değer miktarını azaltmaktadır. Burada eleştirilen yaklaşımda, değer hem makineler hem de emek tarafından üretildiğinden dolayı yatırılan bir birim sermaye tarafından, makine ve emeğin göreli yüzdesel ağırlığından bağımsız olarak, aynı miktarda değer üretilecekti. Bu yaklaşıma göre, %90 makine ve %10 emek %10 makineyle %90 emeğin yaratacağı kadar değer yaratacaktır (öyle ki %90 makine %10 makineden daha fazla değer yaratacaktır). Öte yandan, Marx’ın kuramında %90 makine ve %10 emek tersi durumdakinden çok daha az değer yaratacaktır. Bir önceki durumda, daha düşük kâr oranlarının ve dolayısıyla krizlerin daha az canlı emek istihdamı nedeniyle azalan bir (artık) değer üretiminden kaynaklanmadığı sonucu çıkmaktadır; oysa Marx için gerçekten böyledir. Bir önceki yaklaşımda, emeği kısan ve üretkenliği arttıran teknolojik inovasyonlar değer üretimini aynı bırakmaktadır ve böylece yatırılan sermaye ne kadar fazlaysa değer üretimi de bir o kadar fazla olmaktadır. Bir sonraki yaklaşımda (yani, Marx’ın yaklaşımında), emeği kısan ve üretkenliği arttıran üretim araçları devreye sokularak yatırılan sermaye ne kadar fazlaysa istihdamdaki düşüş de bir o kadar fazla, üretilen ve daha büyük miktardaki çıktıda içerilen değer ise bir o kadar azdır. Bir önceki yaklaşımda, teknolojik inovasyonlar ekonomik büyümeye neden olmaktadır. Bir sonraki yaklaşımda ise teknolojik inovasyonlar eğilimsel olarak krizlere sebebiyet vermektedir. Emeği kısan ve üretkenliği arttıran teknolojik inovasyonların kapitalizmin dinamiğinin motoru olduğu hesaba katıldığında, bir önceki yaklaşıma göre, kapitalizm büyümeye ve yeniden üretime doğru yönelmekteyken, bir sonraki yaklaşıma (yani, Marx’ın yaklaşımına) göre ise kapitalizm krizlere ve kendisinin ortadan kalkışına doğru yönelmektedir.

Eğer ekonominin büyümeye ve dolayısıyla kendi yeniden üretimine doğru yöneldiği ve krizlerin, sadece, bu büyümedeki gelip geçici kesintiler (karşı eğilimler) olduğu savunuluyorsa, işçi sınıfı kendi mücadelesinin nesnel temelinden mahrum bırakılıyor demektir. Bu tutum, işçi sınıfı mücadelesini – ekonominin nesnel hareketine aykırı olduğu için – yalnızca salt bir gönüllülük eylemine dönüştürmüyor fakat aynı zamanda onu irrasyonel kılıyor çünkü bu mücadele, büyümeye ve denge durumuna doğru yönelen rasyonel bir sistemi ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu, sermayenin görüşüdür. Öte yandan, sistemin krizlere ve dolayısıyla kendisinin ortadan kalkışına doğru yöneldiği tezi, yalnızca, emeğin mücadelesi gerçek, nesnel eğilimsel hareketle uyumlu olduğu için (büyüme bu durumda karşı eğilimdir) onu sağlam, nesnel temellere oturtmakla kalmamakta fakat aynı zamanda rasyonel olmaktadır çünkü bu tez irrasyonel, sömürgeci ve yıkıcı bir sistemi ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Yalnızca, kapitalist ekonominin kendi ortadan kalkışına yönelik nesnel eğilimini vurgulayan bir görüş emeğin davası için uygun bir temel sağlayabilir. Makinelerin değer yarattığı tezi bu durumda emeğin çıkarlarına ters düşmektedir. Kuşkusuz, bu, sınıf belirlenimli bir bakış açısıdır. Fakat dengeli büyüme ve yeniden üretime doğru yönelen bir toplum görüşü veya eğilimi karşı eğilimden ayırt edemeyen bir görüş eşit derecede sınıf belirlenimlidir ve dolayısıyla belirli bir sınıf içeriği bulundurmaktadır; bu sınıf içeriği, bireysel kuramcılar farkında olsa da olmasa da, emeğe karşı olan bir içeriktir. 

Emekçiler dışında değerin üreticisi rolüne ikinci aday sermayedarlardır. Sermaye ve emek ortak ürünlerinden paylarını alır. Sermaye ve emek arasındaki gelir farklılıkları ise ‘sermayedarların daha üstün becerileri’, ‘daha büyük sorumluluk’, ‘risk alma karşılığında ödül’ ve diğer yönlerden açıklanır (bu arada, bu yaklaşım, neden bazı yöneticilerin gelirlerinin niteliksiz ve hatta nitelikli bir emekçinin gelirinden binlerce kat daha yüksek olduğunu açıklamayı zorlaştırmaktadır). Sermayedarların sorumluluğuna gelince, işletmenin kaderi emekçilerin sorumluluğuna bağlı olduğu kadar sermayedarların sorumluluğunu da bağlıdır. Risk alma karşılığındaki ödüllere ilişkin olarak, bu iki etmen arasında korelasyon kuran herhangi bir ampirik çalışma bulunmamaktadır. Sermayedarların daha üstün becerilerine gelince ise sermayedarların (ve dolayısıyla üst düzey yöneticilerin ve sermayedarların çıkarlarına hizmet eden tüm bürokratik yapının) emekçiler üzerinde tahakküm kurdukları ve sermayedarların (zor veya ikna yoluyla) emekçilerin itaat ettiğinden emin oldukları inkâr edilemez. Eğer emeği çalışmaya zorlaması gerekiyorsa, sermayedarın kendisi çalışamaz. Aynı anda bir kimseyi çalışmaya zorlayabilmem ve kendi başıma çalışmam mümkün değildir. Sermayedar, bu sıfatla, Marx’ın denetim ve gözetim işlevi olarak adlandırdığı sermaye işlevini yerine getirmek zorundadır. Dolayısıyla sermayedarlar, sermaye işlevini yerine getirdikleri ölçüde değer üretemezler. Konuya getirilen yeni bir soluk olarak, yönetimle ilgili kuramlar, (kullanım değerinin parasal ifadesi olarak anladıkları) değerin hem üretim sürecinin düzenleyicisi olarak sermayedarlar tarafından hem de emekçiler tarafından üretildiğini savunmaktadırlar. Marx bunu kabul etse de, ek olarak, sermayedarların, bu işlevi yerine getirirken, emek sürecini örgütlediklerinden dolayı kolektif emekçinin bir parçası olduklarını ifade etmektedir. Fakat sermayedarlar aynı zamanda başka bir işlevi yerine getirmektedirler; bu, sermayenin artık değeri elde etme ve artık değere el koyma işlevidir. Bu işlevi yerine getirdiklerinde sermayedarlar artık değeri üretmek yerine onu zorla almakta ve ona el koymaktadırlar. Sermayedarlar bir işlevi yerine getirdiklerinde diğerini yerine getiremezler. [4]  


*“Makineler Değer Yaratır Mı?” olarak isimlendirdiğimiz bu yazı, Guglielmo Carchedi’nin “Behind the Crisis: Marx’s Dialectics of Value and Knowledge” isimli kitabının ikinci bölümünde yer alan “Abstract labour as the only source of (surplus-) value” alt başlıklı metnin Türkçeye çevirisidir. Yapısal Koşullar ekibi, çeviriye izin verdiği için Guglielmo Carchedi’ye teşekkürlerini sunar.

(This article, titled "Do Machines Create Value?", presents a Turkish translation of the text subtitled "Abstract Labor as the Only Source of (Surplus-) Value" from the second chapter of Guglielmo Carchedi's book "Behind the Crisis: Marx's Dialectics of Value and Knowledge." Yapısal Koşullar team thanks Guglielmo Carchedi for allowing the translation.)


Çeviren: Muhammed Alizade


Notlar:

[1] Dmitriev 1974, s. 63. 

[2] Bu tartışmanın amaçları doğrultusunda, 1 saatlik iş 1 birim değere eşit olarak ayarlanmıştır.

[3] Marx 1967a, s. 246.

[4] Bkz. Carchedi (1977). (…).


KAYNAKÇA:

Carchedi, Guglielmo 1977, On the Economic Identification of Social Classes, London: Routledge and Kegan Paul.

Dmitriev, Vladimir Karpovich 1974 [1898], Economic Essays on Value, Competition and Utility, Cambridge: Cambridge University Press.

Marx, Karl 1967a [1867], Capital, Cilt I, New York: International Publishers.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...