S
olun ekonomi programı enflasyon korkusunu aşarak ücret ve sosyal yardımların artışını talep etmeli, bunu yaparken de gerçek bir enflasyon tehlikesine karşı hedefli fiyat kontrolleriyle emekçi halkın cebini koruyacak diğer politikalar uygulamalıdır.
Ana akım medyanın haftalardır yaptığı enflasyon çığırtkanlığının tuhaf bir örneği, CNN’e ait bir klipte bir ailenin haftada aldığı on iki galon sütün [yaklaşık 45 litre, ç.n.] (evet, on iki) fiyatına yetişememesinde görülüyor.
Son döneme kadar Fed Başkanı Jerome Powell bu gibi anlatılara, artan fiyatların tedarik zincirinin pandemi nedeniyle sekteye uğramasıyla oluşan kısa süreli ve geçici bir sorun olduğunu, zamanla eski haline döneceğini iddia ederek karşı çıkıyordu. Durum böyleken Fed yön değiştirdi ve “ekonominin motorunu soğutmaya” yönelik politikalar uygulamaya hazırlanıyor. Tabir, yatırımları azaltarak istihdam artışını düşürmek için para arzını kısmayı ifade eden bir mecaz.
Enflasyonun tanımı oldukça basit: Mal ve hizmet fiyatlarının artması. Bu durum, fiyatlar ücretlerden hızlı artarsa, haftada 12 galon süt içmeseler bile işçi aileler için sorun yaratabilir. Ne var ki, artan enflasyonu işine geldiği gibi ele alan medya kimi önemli noktaları atlıyor.
Birincisi; sağlık, barınma, yükseköğrenim gibi en büyük harcama kalemlerimizin bazılarında fiyatların yıllardır (çoğu zaman uçarcasına) artmasına rağmen uzmanlar bunu neredeyse hiç tartışmıyorlar veya buna ilgi göstermiyorlar. Sağlık giderleri ülkedeki en büyük iflas nedeni. İklim değişiminin tarımsal üretime etkisi nedeniyle gıda fiyatları da dünya çapında artıyor. Bu kalemleri, sağlık sistemini devletleştirerek, ucuz barınmaya yatırım yaparak, öğrenim kredisi affıyla ve karbonsuzlaştırmayla rahatlatmak, emekçi halkın cebini ekonomik büyümeyi yavaşlatacak para politikasından daha çok iyileştirecektir.
İkincisi, fiyatlarda yüzde 6.8’lik (tüketici fiyat endeksindeki yıllık değişimle ölçülen) belirgin bir artış olmasına rağmen, bu tarihsel standartlara göre çok da yüksek değil. ABD’nin ciddi bir enflasyon krizi yaşadığı son dönem olan 1970lerde enflasyon yüzde 11 ve 13 arasında yaşanıyordu. Günümüzdeki fiyat artışları da, en önemlisi enerji olmak üzere, ekonominin belli sektörlerince yaratılıyor.
Son döneme kadar Fed Başkanı Jerome Powell bu gibi anlatılara, artan fiyatların tedarik zincirinin pandemi nedeniyle sekteye uğramasıyla oluşan kısa süreli ve geçici bir sorun olduğunu, zamanla eski haline döneceğini iddia ederek karşı çıkıyordu. Durum böyleken Fed yön değiştirdi ve “ekonominin motorunu soğutmaya” yönelik politikalar uygulamaya hazırlanıyor. Tabir, yatırımları azaltarak istihdam artışını düşürmek için para arzını kısmayı ifade eden bir mecaz.
Enflasyonun tanımı oldukça basit: Mal ve hizmet fiyatlarının artması. Bu durum, fiyatlar ücretlerden hızlı artarsa, haftada 12 galon süt içmeseler bile işçi aileler için sorun yaratabilir. Ne var ki, artan enflasyonu işine geldiği gibi ele alan medya kimi önemli noktaları atlıyor.
Birincisi; sağlık, barınma, yükseköğrenim gibi en büyük harcama kalemlerimizin bazılarında fiyatların yıllardır (çoğu zaman uçarcasına) artmasına rağmen uzmanlar bunu neredeyse hiç tartışmıyorlar veya buna ilgi göstermiyorlar. Sağlık giderleri ülkedeki en büyük iflas nedeni. İklim değişiminin tarımsal üretime etkisi nedeniyle gıda fiyatları da dünya çapında artıyor. Bu kalemleri, sağlık sistemini devletleştirerek, ucuz barınmaya yatırım yaparak, öğrenim kredisi affıyla ve karbonsuzlaştırmayla rahatlatmak, emekçi halkın cebini ekonomik büyümeyi yavaşlatacak para politikasından daha çok iyileştirecektir.
İkincisi, fiyatlarda yüzde 6.8’lik (tüketici fiyat endeksindeki yıllık değişimle ölçülen) belirgin bir artış olmasına rağmen, bu tarihsel standartlara göre çok da yüksek değil. ABD’nin ciddi bir enflasyon krizi yaşadığı son dönem olan 1970lerde enflasyon yüzde 11 ve 13 arasında yaşanıyordu. Günümüzdeki fiyat artışları da, en önemlisi enerji olmak üzere, ekonominin belli sektörlerince yaratılıyor.
“Enflasyon, para politikasına dair teknik bir mesele değil, sınıf siyasetinin, hangi sınıfın hangisinin hilafına kazandığının konusudur.
Daha işe yarar bir ölçüt ücretlerdeki durumla fiyatlardaki artışı kıyaslamaktır. Fiyatlar, ücretlerden daha hızlı artıyorsa göreli alım gücümüz düşer. Fakat ücretler enflasyona denk veya enflasyondan daha hızlı artarsa alım gücümüz aynı kalır ya da iyileşir. Bunun tersi de geçerlidir. Bu yüzden, enflasyon oranlarının onlarca yıldır görece düşük olması ve ücretlerin görece az artış göstermesi nedeniyle emekçi halkın alım gücü düşük enflasyona rağmen azalmıştır.
Günümüzde ücretler nihayet artıyor. New York Times, işçilerin yaklaşık yüzde 13’ünün ücret artışı görmediğini ve birçok emeklinin aylıklarının aynı kaldığını belirtiyor. Bununla beraber “orta ve yüksek ücretliler grubunun gelirleri enflasyona ayak uyduramadı. Eylüle kadarki on iki ayda üst çeyrekteki gelir grubunun saatlik ücretindeki yüzde 2,7 artışa kıyasla alt çeyrekteki gelir grubunun saatlik ücreti 4,8 artış gösterdi.”
Ücret artışları ve COVID-19 yardımlarıyla alt gelir grubu, cebinde pandeminin başındakinden daha fazla para gördü.
En önemlisi, medyanın yarattığı algının şu bariz gerçeği es geçmesi. Ücret artışı yapanlar, işletme sahipleri. Şu anda rekor karlar elde ediyorlar, fiyat arttırmaları gerekli mi? Bu sorunun cevabı, enflasyonun para politikasına dair teknik bir mesele değil, sınıf siyasetinin, hangi sınıfın hangisinin hilafına kazandığının konusu olduğunu gösteriyor.
Daha işe yarar bir ölçüt ücretlerdeki durumla fiyatlardaki artışı kıyaslamaktır. Fiyatlar, ücretlerden daha hızlı artıyorsa göreli alım gücümüz düşer. Fakat ücretler enflasyona denk veya enflasyondan daha hızlı artarsa alım gücümüz aynı kalır ya da iyileşir. Bunun tersi de geçerlidir. Bu yüzden, enflasyon oranlarının onlarca yıldır görece düşük olması ve ücretlerin görece az artış göstermesi nedeniyle emekçi halkın alım gücü düşük enflasyona rağmen azalmıştır.
Günümüzde ücretler nihayet artıyor. New York Times, işçilerin yaklaşık yüzde 13’ünün ücret artışı görmediğini ve birçok emeklinin aylıklarının aynı kaldığını belirtiyor. Bununla beraber “orta ve yüksek ücretliler grubunun gelirleri enflasyona ayak uyduramadı. Eylüle kadarki on iki ayda üst çeyrekteki gelir grubunun saatlik ücretindeki yüzde 2,7 artışa kıyasla alt çeyrekteki gelir grubunun saatlik ücreti 4,8 artış gösterdi.”
Ücret artışları ve COVID-19 yardımlarıyla alt gelir grubu, cebinde pandeminin başındakinden daha fazla para gördü.
En önemlisi, medyanın yarattığı algının şu bariz gerçeği es geçmesi. Ücret artışı yapanlar, işletme sahipleri. Şu anda rekor karlar elde ediyorlar, fiyat arttırmaları gerekli mi? Bu sorunun cevabı, enflasyonun para politikasına dair teknik bir mesele değil, sınıf siyasetinin, hangi sınıfın hangisinin hilafına kazandığının konusu olduğunu gösteriyor.
Enflasyon tam anlamıyla nedir, nereden gelir?
Enflasyon, ekonominin tamamına yayılan fiyat artışıdır, yani tekil bir malda değil, ekonomideki bütün mallarda yaşanır.
Bu nasıl olur? Klasik açıklama, çok paranın sınırlı sayıdaki malın peşine düşmesinin enflasyon yarattığını söyler. Şöyle ki; mal ve hizmetlere yönelen talep, dünyanın o mal ve hizmetleri arz etme kapasitesini aşıyorsa, bu durum fiyatlara yukarı yönlü baskı yapar. İşletme sahipleri, yaptıkları şey esasen sınırlı arz için birbirine karşı fiyat yükseltmek olan tüketicilere daha fazla fiyat keserek işin içinden çıkabilir.
Kapanmaların ardından ekonomilerin hızla yeniden açılması, mal ve hizmetlere yönelen talebin, çevrimiçine dönen tedarik zincirlerinin karşılayabileceğinden çok daha hızlı artmasına neden oldu. Günümüzde -ikinci el araba almaya çalışan herkesin bildiği gibi- serbest piyasa, arzı sınırlı olan malların üreticilerine “keyfince fiyat belirleme” izni verir.
Bu, fahiş fiyat artışlarına da yol açabilir. Örneğin petrol sanayisi, pandeminin ortasında düşen talep nedeniyle üretimi kısmıştı. Bloomberg News’e göre şimdi talep artarken “Petrol şirketleri üretimi sabit tutarak arttırdıkları kârlarla hissedarlarını ödüllendiriyor”. Petrolün toptan fiyatı bir şekilde düşmüşse de perakende akaryakıt satışı yapan istasyonlar yüksek fiyat kesmeye devam ediyor. Petrol depolama aracılığı yapan Tank Tiger şirketinin CEO’su Ernie Barsamian Bloomberg’e verdiği mülakatta “Toptan fiyatlar hızla düştüğünde perakendeciler fiyatları indirmeden önce birkaç hafta yüksek fiyattan satış yapma fırsatı elde ederler” diyor. Akaryakıt fiyatlarının zamanla düşeceğini fakat an itibariyle birçok rafineri ve akaryakıt istasyonunun da yüksek karlarla abad olduğunu ekliyor.
Enflasyon denkleminin diğer tarafında işçilerin artan ücretleri bulunuyor. Bugünkü durumda ücret artışları, emekçi halkın harcayacak parası arttığı için talebi arttıracak. Aynı zamanda yüksek ücretler, işverenler için üretim maliyetlerini arttırıyor. Söylenen odur ki; işletmeler çalışanlara verdiği ücretleri arttırırsa kâr marjı düşer, kapitalistler maliyetleri tüketicilere yansıtır.
Birçok ana akım iktisatçının varsayımına göre, dışsal bir etken fiyat artışını tetiklese de uzun süreli enflasyon eğiliminin nihai sorumlusu yüksek ücretlerdir. Son olarak, ana akım iktisatçılar yüksek ücretler ve düşük işsizliği bağlantılı görür. İşçilerin kolayca değiştirilemediği sıkı bir işgücü piyasası, işçilere daha yüksek ücret talep etmek için pazarlık gücü sağlar.
Enflasyon, ekonominin tamamına yayılan fiyat artışıdır, yani tekil bir malda değil, ekonomideki bütün mallarda yaşanır.
Bu nasıl olur? Klasik açıklama, çok paranın sınırlı sayıdaki malın peşine düşmesinin enflasyon yarattığını söyler. Şöyle ki; mal ve hizmetlere yönelen talep, dünyanın o mal ve hizmetleri arz etme kapasitesini aşıyorsa, bu durum fiyatlara yukarı yönlü baskı yapar. İşletme sahipleri, yaptıkları şey esasen sınırlı arz için birbirine karşı fiyat yükseltmek olan tüketicilere daha fazla fiyat keserek işin içinden çıkabilir.
Kapanmaların ardından ekonomilerin hızla yeniden açılması, mal ve hizmetlere yönelen talebin, çevrimiçine dönen tedarik zincirlerinin karşılayabileceğinden çok daha hızlı artmasına neden oldu. Günümüzde -ikinci el araba almaya çalışan herkesin bildiği gibi- serbest piyasa, arzı sınırlı olan malların üreticilerine “keyfince fiyat belirleme” izni verir.
Bu, fahiş fiyat artışlarına da yol açabilir. Örneğin petrol sanayisi, pandeminin ortasında düşen talep nedeniyle üretimi kısmıştı. Bloomberg News’e göre şimdi talep artarken “Petrol şirketleri üretimi sabit tutarak arttırdıkları kârlarla hissedarlarını ödüllendiriyor”. Petrolün toptan fiyatı bir şekilde düşmüşse de perakende akaryakıt satışı yapan istasyonlar yüksek fiyat kesmeye devam ediyor. Petrol depolama aracılığı yapan Tank Tiger şirketinin CEO’su Ernie Barsamian Bloomberg’e verdiği mülakatta “Toptan fiyatlar hızla düştüğünde perakendeciler fiyatları indirmeden önce birkaç hafta yüksek fiyattan satış yapma fırsatı elde ederler” diyor. Akaryakıt fiyatlarının zamanla düşeceğini fakat an itibariyle birçok rafineri ve akaryakıt istasyonunun da yüksek karlarla abad olduğunu ekliyor.
Enflasyon denkleminin diğer tarafında işçilerin artan ücretleri bulunuyor. Bugünkü durumda ücret artışları, emekçi halkın harcayacak parası arttığı için talebi arttıracak. Aynı zamanda yüksek ücretler, işverenler için üretim maliyetlerini arttırıyor. Söylenen odur ki; işletmeler çalışanlara verdiği ücretleri arttırırsa kâr marjı düşer, kapitalistler maliyetleri tüketicilere yansıtır.
Birçok ana akım iktisatçının varsayımına göre, dışsal bir etken fiyat artışını tetiklese de uzun süreli enflasyon eğiliminin nihai sorumlusu yüksek ücretlerdir. Son olarak, ana akım iktisatçılar yüksek ücretler ve düşük işsizliği bağlantılı görür. İşçilerin kolayca değiştirilemediği sıkı bir işgücü piyasası, işçilere daha yüksek ücret talep etmek için pazarlık gücü sağlar.
“Düşen işsizlik, yükselen ücretler ve artan sosyal harcamalar, patronların kâr payının düşmesine izin verilirse enflasyona yol açmayabilir.
Bu gibi iddialar ilk olarak, altına inildiğinde enflasyonun baş verdiği bir “doğal işsizlik oranı” olduğunu düşünen Milton Friedman tarafından savunuldu. Friedman’ın “parasalcı” fikirleri 1970lerin enflasyon krizinden sonra yayıldı ve o dönemden beri aktif olarak tam istihdam ya da daha iyi çalışma koşullarını hedefleyen hükümet politikalarına karşı bir koçbaşı olarak kullanılıyor.
Muhafazakârlar bir anlamda haklı. Bizzat Karl Marx da kapitalizmin, işçileri, sunulan her işi koşulsuz şartsız kabul edecekleri bir çaresizliğe iten bir işsizliğe, yedek işgücü ordusuna, dayandığını söylemişti. Başka bir ifadeyle işsizlik, ücretlerin kârlılığı tehdit edecek seviyede artmasını engellemek için kullanılan bir araçtır.
Bu gibi iddialar ilk olarak, altına inildiğinde enflasyonun baş verdiği bir “doğal işsizlik oranı” olduğunu düşünen Milton Friedman tarafından savunuldu. Friedman’ın “parasalcı” fikirleri 1970lerin enflasyon krizinden sonra yayıldı ve o dönemden beri aktif olarak tam istihdam ya da daha iyi çalışma koşullarını hedefleyen hükümet politikalarına karşı bir koçbaşı olarak kullanılıyor.
Muhafazakârlar bir anlamda haklı. Bizzat Karl Marx da kapitalizmin, işçileri, sunulan her işi koşulsuz şartsız kabul edecekleri bir çaresizliğe iten bir işsizliğe, yedek işgücü ordusuna, dayandığını söylemişti. Başka bir ifadeyle işsizlik, ücretlerin kârlılığı tehdit edecek seviyede artmasını engellemek için kullanılan bir araçtır.
Sınıf Çatışması
İktisat alimlerinin açıkça etrafından dolanmaya çalıştığı soru şu: İşletmeler fiyatları arttırmak yerine daha az kâr elde etse ne olur? ABD’li şirketler zaten rekor kârlar elde ediyor, 1950’den beri en büyük kazançlarını beyan ediyorlar. Bloomberg News’e göre, bu yılın en büyük grevinin yaşandığı John Deere’de bile “işçiler yüzde 10 zamda ayak diremiş olmasına rağmen şirketin seneye, bu yıl [Kasım’da] beyan ettiği rekor kârdan daha fazla kazanması bekleniyor.”
İşçiler fiyatları belirlemiyor, patronlar belirliyor. Bunu da en büyük kâr marjını gözeterek yapıyorlar. İşçi ücretlerinin artıp fiyatların aynı kalması, kârların artan bir bölümünün kapitalistlere değil işçilere gitmesi demektir. İşçilerin ekonomi pastasından (yani “milli gelirden”) aldıkları pay sistem çapında artar. Düşen işsizlik, yükselen ücretler ve artan sosyal harcamalar, kârların ve patronların milli gelirden aldıkları payın düşmesine izin verirsek fiyat enflasyonuna yol açmayacaktır.
Sosyologlar Ho-fung Hung ve Daniel Thompson, 1970lerin enflasyon krizi güçlü emek hareketi nedeniyle “işçilerden çok sermayeye zarar vermişken, 1980lerden itibaren işçilerin gücünün neoliberalizm ile baskılanması enflasyonunu düşük tuttu” yorumunu yapıyor. Dolayısıyla enflasyon, kimin diğerinin hilafına kazanacağının belirlendiği bir sınıf çatışması meselesidir.
Buradan enflasyonist baskının bir sorun olmadığı sonucu çıkmamalı; kamu mallarının fiyatı ücretlerden hızlı artarsa veya enflasyondaki artış işletmelerin rahatça çalışamayacağı ve iflas edeceği, işçileri işten çıkaracağı seviyedeyse bunun kötü sonuçları olabilir. Fakat yazılan reçete çoğu zaman hastalıktan kötü oluyor. Bu nedenle, (Başkan Jimmy Carter’la başlamış olmakla birlikte) Başkan Ronald Reagan ve Fed Başkanı Paul Volcker’ın önderlik ettiği ABD egemen sınıfının 1970lerin krizine verdiği tepki, enflasyonu durdurmak için sert bir durgunluğu göze almıştı. Takip eden neoliberal yıllar, arşa çıkan sınıf eşitsizlikleri yarattı.
Fakat enflasyonu durdurmanın işçileri gözeten başka yolları da var. Fiyat kontrolleri, ABD tarihi boyunca savaş dönemlerinde, özellikle Franklin Delano Roosevelt yönetimi tarafından kullanılmıştı. Siyaset bilimci Todd Tucker’ın yakın zamanda belirttiği gibi, FDR [Franklin D. Roosevelt ç.n.], Fiyat İdaresi Ofisi’ne “hurda çelikten ayakkabı ve süte” kadar fiyatları kontrol etmek için 160.000 federal çalışan almıştı. Başkan Richard Nixon bile kısa süreliğine fiyat kontrolü uyguladı.
Kira kontrolü, genel sağlık sigortası ve ilaç fiyatlarının düşürülmesi için hükümete pazarlık izninin verilmesi gibi derhal hayata geçirilebilecek reformlarla beraber, CEO maaşlarını sınırlamak ve zenginleri vergilendirmek benzer politikalar için iyi bir başlangıç olacaktır. Toplu konut yatırımları ve kamusal eğitim gibi diğer reformlar da dolaylı yoldan fiyatları sınırlandırır.
Nihayetinde, solun ekonomi programı enflasyon korkusunu aşarak ücret ve sosyal yardımların artışını talep etmeli, bunu yaparken de gerçek bir enflasyon tehlikesine karşı hedefli fiyat kontrolleriyle emekçi halkın cebini koruyacak diğer politikalar uygulamalıdır.
İktisat alimlerinin açıkça etrafından dolanmaya çalıştığı soru şu: İşletmeler fiyatları arttırmak yerine daha az kâr elde etse ne olur? ABD’li şirketler zaten rekor kârlar elde ediyor, 1950’den beri en büyük kazançlarını beyan ediyorlar. Bloomberg News’e göre, bu yılın en büyük grevinin yaşandığı John Deere’de bile “işçiler yüzde 10 zamda ayak diremiş olmasına rağmen şirketin seneye, bu yıl [Kasım’da] beyan ettiği rekor kârdan daha fazla kazanması bekleniyor.”
İşçiler fiyatları belirlemiyor, patronlar belirliyor. Bunu da en büyük kâr marjını gözeterek yapıyorlar. İşçi ücretlerinin artıp fiyatların aynı kalması, kârların artan bir bölümünün kapitalistlere değil işçilere gitmesi demektir. İşçilerin ekonomi pastasından (yani “milli gelirden”) aldıkları pay sistem çapında artar. Düşen işsizlik, yükselen ücretler ve artan sosyal harcamalar, kârların ve patronların milli gelirden aldıkları payın düşmesine izin verirsek fiyat enflasyonuna yol açmayacaktır.
Sosyologlar Ho-fung Hung ve Daniel Thompson, 1970lerin enflasyon krizi güçlü emek hareketi nedeniyle “işçilerden çok sermayeye zarar vermişken, 1980lerden itibaren işçilerin gücünün neoliberalizm ile baskılanması enflasyonunu düşük tuttu” yorumunu yapıyor. Dolayısıyla enflasyon, kimin diğerinin hilafına kazanacağının belirlendiği bir sınıf çatışması meselesidir.
Buradan enflasyonist baskının bir sorun olmadığı sonucu çıkmamalı; kamu mallarının fiyatı ücretlerden hızlı artarsa veya enflasyondaki artış işletmelerin rahatça çalışamayacağı ve iflas edeceği, işçileri işten çıkaracağı seviyedeyse bunun kötü sonuçları olabilir. Fakat yazılan reçete çoğu zaman hastalıktan kötü oluyor. Bu nedenle, (Başkan Jimmy Carter’la başlamış olmakla birlikte) Başkan Ronald Reagan ve Fed Başkanı Paul Volcker’ın önderlik ettiği ABD egemen sınıfının 1970lerin krizine verdiği tepki, enflasyonu durdurmak için sert bir durgunluğu göze almıştı. Takip eden neoliberal yıllar, arşa çıkan sınıf eşitsizlikleri yarattı.
Fakat enflasyonu durdurmanın işçileri gözeten başka yolları da var. Fiyat kontrolleri, ABD tarihi boyunca savaş dönemlerinde, özellikle Franklin Delano Roosevelt yönetimi tarafından kullanılmıştı. Siyaset bilimci Todd Tucker’ın yakın zamanda belirttiği gibi, FDR [Franklin D. Roosevelt ç.n.], Fiyat İdaresi Ofisi’ne “hurda çelikten ayakkabı ve süte” kadar fiyatları kontrol etmek için 160.000 federal çalışan almıştı. Başkan Richard Nixon bile kısa süreliğine fiyat kontrolü uyguladı.
Kira kontrolü, genel sağlık sigortası ve ilaç fiyatlarının düşürülmesi için hükümete pazarlık izninin verilmesi gibi derhal hayata geçirilebilecek reformlarla beraber, CEO maaşlarını sınırlamak ve zenginleri vergilendirmek benzer politikalar için iyi bir başlangıç olacaktır. Toplu konut yatırımları ve kamusal eğitim gibi diğer reformlar da dolaylı yoldan fiyatları sınırlandırır.
Nihayetinde, solun ekonomi programı enflasyon korkusunu aşarak ücret ve sosyal yardımların artışını talep etmeli, bunu yaparken de gerçek bir enflasyon tehlikesine karşı hedefli fiyat kontrolleriyle emekçi halkın cebini koruyacak diğer politikalar uygulamalıdır.
Metnin İngilizce Aslı: Thier, Hadas (2022). “What a Socialist Response to Inflation Should Look Like”. Jacobin. https://www.jacobinmag.com/2022/01/prices-wages-covid-fed-biden-class. (son erişim: 28.03.2022)
Çeviren: Deniz Ekim
Yorumlar
Yorum Gönder