Ana içeriğe atla

AB Bütünleşmesi ve Eşitsiz ve Bileşik Gelişim Teorisi

 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da bulunan devletlerin entegrasyon sürecini açıklamaya çalışan farklı teoriler mevcuttur (Haas, 1968; Lindberg & Scheingold, 1970; Moravcsik, 1993; Bickerton & Hodson & Puetter, 2015). Bu teoriler kısaca Almanya, Fransa, Hollanda, İtalya, Belçika ve Lüksemburg ülkeleri tarafından 1952 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu'nun kurulması ile başlayan ve 1957 Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu'na sonrasında ise 1993 yılında Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği'ne dönüşen ve sıkça sui generis bir yapıya sahip olduğu belirtilen oluşumu incelemektedir. Zamanla daha geniş politika alanlarını düzenlemeye başlayan Avrupa Birliği, devletlerin inisiyatifi ile kurulmuş ve yetkilendirme ilkesi (principle of conferral) çerçevesinde yetkileri belirlenmiş/belirlenmektedir.

Yeni işlevselcilik

Yeni işlevselcilik, David Mitrany'nin fonksiyonalizmine farklı unsurların Ernst B. Haas tarafından eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. Yeni işlevselcilik, 1957 Roma Antlaşması'nın imzalanmasından 1965 Boş Koltuk Krizi'ne kadar AB entegrasyonunu açıklamak için kullanılan en önemli teori olmuştur (U. Puetter, personal communication, Ekim 2021). Fakat sonrasında entegrasyon sürecinin sekteye uğraması ve farklı bir şekilde ilerlemesi sonucunda Ernst B. Haas teorisinin "işlevsizleştiğini" (1976) ifade etmiştir. Buna rağmen yeni işlevselcilik birçok şekilde revize edilmiştir (Sweet & Sandholz 1998; Sweet et al.; 2001; Schmitter, 2004; Niemann et al., 2015). Yeni işlevselciliğin belki de en önemli kavramı yayılma (spill-over) etkisidir. Bu yayılma etkisi, belirli bir alanda gerçekleşen bütünleşmenin diğer alanların entegrasyonunu zorunlu kılacağını varsayar ve bu sayede bütünleşme sürecinin genişleyerek devam edeceğini öngörür (Haas, 1968, s. xiii). Bu yayılma etkisi ile birlikte ulusüstü kurumların yetki alanlarını genişleteceğini (political spillover) ve devletlerin farklı sektörlerdeki egemenlik haklarını bu genişlemeye paralel bir şekilde devredeceğini öngörür (Haas, 1968). Halkların bütünleşme sürecine karşı kayıtsız kalacağını, üye devlet elitlerinin devletlerine olan sadakatlerinin zamanla ulusüstü kurumlara yönelmeye başlayacağını ve böylece bütünleşme sürecinin sonucunda federal bir yapının kurulacağını öngörür (Haas, 1968).

Yeni işlevselcilik, bütünleşmenin pürüzsüz ilerlediği zamanlarda ön plana çıkmakta ve üye devletlerin bu süreci geciktirmesi, engellemesi ve karşı çıkması durumlarında geri plana atılmaktadır. Yeni işlevselcilik; devletlerin, devlet-içi çıkar gruplarının, uluslararası alanın, uluslararası arenada gerçekleşen gelişmelerin, bütünleşme sürecine kayıtsız kalmayan halkın ve üye devletlerin veya AKÇT/AET/AB'nin diğer devletler ile olan ilişkilerinin etkisini dikkate almadığı için bu iç ve dış kaynaklı etkenlerin bütünleşme sürecini olumsuz etkilemediği durumlarda Avrupa bütünleşmesinin nasıl gerçekleşeceğini ortaya koymaktadır.

Liberal hükümetlerarasıcılık

Liberal hükümetlerarasıcılık, yeni işlevselcilik ile birlikte AB bütünleşme teorileri içerisinde çok önemli bir yere sahip olan ikinci bir teoridir. Andrew Moravcsik (1993) tarafından ortaya atılmıştır. Makalesinde hükümetlerarası kurumsalcılığın revize edilmiş ve birkaç eklenti yapılmış halini sunduğunu belirtir. Moravcsik (1993) makalesinde AET/AB'nin çeşitli hükümetlerarası pazarlıklar sonucunda geliştiğini belirterek bu pazarlıkların nasıl gerçekleştiğini açıklama amacı güder.

Bu teorinin 3 temel varsayımı bulunmaktadır. Bunlar; devletlerin rasyonel eylemlerde bulunduğu, ulusal tercihlerin liberal teori çerçevesinde oluşturulduğu ve devletlerarası müzakerelerin hükümetlerarasıcılığa uygun olarak analiz edilmesidir. Yeni işlevselciliğin aksine devletleri ön plana çıkartan bu yaklaşıma göre devlet içi çıkar grupları arasındaki çekişmelerin devletlerin uluslararası arenada hangi eylemleri destekleyeceğini şekillendirdiğini savunur (Moravcsik, 1993). Bu durumu iki düzeyli oyunlar (Moravcsik, 1993, s.514) çerçevesinde kavramsallaştırır. Devletlerin dış politika tercihlerini sahip oldukları çoğulcu yapının doğal sonucu olarak liberal bir şekilde oluşturduğunu ve belirlenen bu politika tercihlerinin uluslararası arenada yapılan pazarlıklar ile benimsendiğini anlatır (Moravcsik, 1993). AB'yi devletlerin ekonomik bağımlılığa karşı rasyonel eylemlerinin bir sonucu olarak tanımlamakla birlikte devletlerin çoğulcu bir yapıya sahip olduğunu ve çıkar gruplarının çekişmelerinin sonucu olarak bu rasyonel eylemlerin gerçekleştirildiğini iddia eder (Moravcsik, 1993). Belirli yetkilerin ulusüstü kurumlara devredilmesinin devletlerin ortak hareket etme maliyetlerini azalttığını ve bu nedenle bahsedilen rasyonel eylem çerçevesinde gerçekleştiğini savunur (Moravcsik, 1993). İşte bu nedenle AB'nin ekonomi politikalarını uyumlulaştırdığını ve dış politika, güvenlik, savunma, eğitim gibi diğer politika alanlarında temkinli ilerlediğini belirtir (Moravcsik, 1993). Roma Antlaşması, Tek Avrupa Senedi ve Maastricht Antlaşması gibi geniş kapsamlı antlaşma değişikliklerine odaklanmakta ve süreçleri hesaba katmamaktadır (Moravcsik, 1993).

Yeni hükümetlerarasıcılık

Maastricht anlaşması sonrasında üye devletlerin belirli politika alanlarını da AB çerçevesinde uyumlulaştırmak istemesine rağmen yetki devrinden sakınmaları "bütünleşme paradoksu" oluşturmuştur (Bickerton & Hodson & Puetter, 2015). Bu paradoksu temel alan "tedbirli hükümetlerarasıcılık" (Fabbrini & Puetter, 2016) teorisi geliştirilmiştir. Yayınladıkları makalede belirttikleri (Bickerton & Hodson & Puetter, 2015) 6 hipoteze dayanmaktadır. Bütünleşme sürecinin 'geleneksel' yöntemler ile gelişmediği ve farklı bir form aldığını belirterek halkın/halkların bütünleşme sürecine dahil olduğunu hatta siyasa yapıcıları etkilediğini/kısıtladığını baz alır. Avrupa bütünleşmesinin politik ekonomisinin değiştiğini ve genel olarak gerçekleşen ontoloji ötesi dönüşümün alana yansımasının bu 'geleneksel'liği ortadan kaldırdığını iddia eder.

Tartışma

"Uluslararası ilişkiler disiplinin araştırma sahası içinde bulunan Avrupa bütünleşmesi sürecinin ilk yirmi yılındaki kuramsal çalışmalara uluslararası ilişkilerdeki idealizm-realizm çatışmasının bir uzantısı olan "yeni-işlevselciliğe karşı hükümetlerarasıcılık" tartışması damgasını vurmuş; 1980'lerden günümüze de uluslararası ilişkiler disiplininde gündemde olan "rasyonalizme
karşı konstrüktivizm" tartışması Avrupa bütünleşmesini kuramsal düzeyde inceleyenleri etkisi altına almıştır
" (Açıkmeşe, 2004, s.3). Fakat Justin Rosenberg'in (2016) ifade ettiği gibi uluslararası ilişkiler disiplini siyaset bilimine bu kadar bağlı kaldığı hatta 'onun tarafından hapsedildiği' sürece yukarıda bahsedilen tartışmaların uluslararası ilişkilere mi yoksa siyaset bilimine mi ait olduğu konusu akla gelebilir. Bununla birlikte bütünleşme teorilerinin AB bütünleşmesinin sadece belirli süreçlerini açıklayabilmelerinin ve sadece bir süreliğine 'gözde' teori olmalarının nedeni de bu olabilir.

Uluslararası olanın sosyo-tarihsel gelişmelerin teorileştirilmesinde, örneğin AB bütünleşmesi, olmayışı birçok yazar tarafından öne çıkarılmıştır (Anievas, Nişancıoğlu, s.43). Eşitsiz ve bileşik gelişme teorisi; uluslararası olanı, uluslararası ve ulusal arasındaki ikiliği derinleştirmeden teorik çerçeveye oturtabilecektir (Anievas & Nişancıoğlu, 2015). EBG, son zamanlarda, uluslararası ilişkiler literatüründe yaygın bir şekilde kullanılmaya başlamasına (Anievas & Nişancıoğlu, 2015) rağmen AB bütünleşmesi tartışmalarına dahil olamamıştır.  Bu teori, Avrupa Birliği bütünleşmesini anlamamız için birçok fırsat sunmaktadır. Öncelikle, eşitsizlik durumuna bakalım. Avrupa Birliği üye devletlerinin birbirinden farklı sosyal, siyasi ve ekonomik yapıya sahip olmaları, AB içerisindeki eşitsiz olma durumunu gözler önüne sermektedir. Bu eşitsiz olma durumu, Troçki'nin (1932) de belirttiği gibi, normal hayatın bir parçası olmakla birlikte eşitsiz gelişme de bu durumun bir uzantısıdır. Bu eşitsizlik durumu, gelişme çizgisinin lineer olmadığını ve farklı şekillerde gerçekleştiğini gözler önüne serer (Trotsky, 1932). Buna ek olarak, eşitsiz gelişme devletlerin birbirleriyle etkileşim halinde olmaları sebebiyle bileşik bir hal alır (Trotsky, 1932). Her bir devletin gelişme serüveni farklıdır ve birbirleriyle etkileşimleri sayesinde eşitsizliklerini gidermeye çalışıp eşitsizliklerini yine de devam ettirdikleri bir tür paradoks oluşur. İşte serüvenin farklılaşması da buradan gelmektedir. Çünkü, gelişmiş ülkedeki belirli bir teknolojinin geri kalmış bir ülke tarafından devşirilmesi her ne kadar devletler arasındaki eşitsizliği gidermek ve aynı imkanlara, yöntemlere vs. sahip olmak için yapılsa da bir teknolojiyi devşirmek ve geliştirmek gelişme çizgisinin lineer olmama durumunu koşullar.

Eşitsiz olma durumu, birlikte gelişme ve uluslararasılık aslında Avrupa Birliği'nin bütünleşme sürecinin başından beri kendisini göstermektedir. Örnek olarak, dışsal gerekliliğin kamçısı (whip of external necessity) (Trotsky, 1932, syf.5), kavramına bakabiliriz. Troçki'ye (1932) göre eşitsiz olma durumunun bileşikliği gerektirmesi tam da bu ilkeden ötürü olur. Geri kalmış ülkelerin gelişmiş ülkelerin belirli teknolojilerini, yaşam, yönetim ve üretim biçimlerini devşirmelerini bu ilke ile açıklar. Bu durumu kapitalizmden bağımsız düşünmez ve kapitalizmin bu durumu gerektirdiğini vurgular. Ona (1932) göre gelişim tek yönlü olmamakla birlikte ortak etkileşimin olduğu bir sürece dayandığı için iki taraf için de dönüştürücü ve kurucu olabilir. İşte burada, Avrupa Birliği ile benzerlik kurabiliriz. AB, genişleme süreci ile üye olmak isteyen devletlerin belirli konularda belirli kriterleri yerine getirmesini ön koşul olarak sunmakta ve zamanla siyasi ve yasama süreçlerini, her ne kadar radikal farklılıklar içermese de benzeştirmeyi ve eşit olmayanları eşitlemeyi amaçlamaktadır. Bu süreç, tek yönlü gerçekleşmemekte ve her iki tarafı da şekillendirmektedir. Ayrıca, AB üye devletlerinin 'sistem dışı' hareketlerinin veya global düzeyde gerçekleşen eğilimlerin ve eylemlerin AB'yi nasıl şekillendirdiğine baktığımızda EBG'nin bahsettiği uluslararasılığı açıkça görebiliriz. Bu uluslararasılık, eşitsiz olma durumu ve bileşik gelişim tabi ki de Troçki'nin (Trotsky, 1932) ifade ettiği gibi kapitalizmden bağımsız olarak düşünülemez. 

Sonuç

Yeni işlevselcilik ve liberal hükümetlerarasıcılık, literatürde AB bütünleşme teorilerinin temeli olarak ele alınmaktadır. Maastricht sonrası dönemi ve bütünleşme sürecindeki değişimleri açıklamaya çalışan yeni hükümetlerarasıcılık da liberal hükümetlerarasıcılığın üzerine inşa edilmiştir. Post-işlevselcilik, ulusötesicilik, yeni işlevselcilik ve sosyal inşacılık AB bütünleşmesini farklı bir şekilde açıklamaya çalışmıştır. Literatürde kullanılan teorilerin sosyal bilimlerdeki değişimlerin, örneğin ontoloji sonrası dönüşüm, AB bütünleşmesine uygulanması ile ortaya çıktığını belirtebiliriz. Bütün bu teoriler; devletler arası ekonomik bağımlılığın, uluslararasılığın, eşitsiz olma durumunun, bileşik gelişmenin ve kapitalizmin bütünleşme sürecini nasıl ve ne ölçekte etkilediğini dikkate almamaktadır. Belki de Rosenberg'in (2016) dediği gibi uluslararası ilişkiler bir disiplin olarak siyaset bilimi hapishanesinden çıktığı zaman bu etkenlerin dikkate alındığı bir teori göreceğiz.

 

Kaynakça

Açıkmeşe, S. A. (2004). Uluslararası İlişkiler Teorileri Işığında Avrupa Bütünleşmesi. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 1(1), 1-32.

Anievas, A., & Nişancıoğlu, K. (2015). How the west came to rule: the geopolitical origins of capitalism. Pluto Press.

Bickerton, C. J., Hodson, D., & Puetter, U. (2015). The New Intergovernmentalism: European Integration in the PostMaastricht Era. JCMS: Journal of Common Market Studies, 53(4), 703-722.

Fabbrini, S., & Puetter, U. (2016). Integration without supranationalisation: studying the lead roles of the European Council and the Council in post-Lisbon EU politics. Journal of European Integration, 38(5), 481-495.

Haas, E. (1968). The uniting of Europe: Political, social and economic forces.

Haas, E. B. (1976). Turbulent fields and the theory of regional integration. International organization, 30(2), 173-212.

Ioannou, D., Leblond, P., & Niemann, A. (2015). European integration and the crisis: practice and theory. Journal of European Public Policy, 22(2), 155-176.

Lindberg, L. N., & Scheingold, S. A. (1970). Europe's would-be policy.

Moravcsik, A. (1993). Preferences and power in the European Community: A liberal intergovernmentalist approach. JCMS: Journal of Common Market Studies, 31(4), 473-524.

Rosenberg, J. (2016). International relations in the prison of political science. International Relations, 30(2), 127-153.

Sandholtz, W., & Sweet, A. S. (Eds.). (1998). European integration and supranational governance. OUP Oxford.

Stone Sweet, A., Sandholtz, W., & Fligstein, N. (2001). The institutionalization of Europe. Oxford University Press.

Schmitter, P. C. (2004). Neo-functionalism. In Antje W. & Thomas D., (Eds.), European Integration Theory, Oxford University Press.

Trotsky, L. (1932). History of the Russian Revolution, vol. 2.


Yasir Safa Doğancil

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır. Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre: “Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak...