Ana içeriğe atla

Çeviri | Susan Dianne Brophy - Eşitsiz ve Bileşik Gelişme Teorisinin Açıklayıcı Değeri (Çeviren: Yasir Safa Doğancil)

 


Susan Dianne Brophy Sosyal ve Siyasal Düşünceler üzerine doktora derecesine (York Üniversitesi - Toronto, Kanada) sahiptir. Şu an Hukuki Çalışmalar alanında (St. Jerome's University - Waterloo, Kanada) öğretim üyeliği yapmaktadır. Bu yazının önceki taslağı HM Londra 2016 Konferansı için sunulmuştur.

-Yazı iki bölüm halinde yayınlanacaktır. 

Eşitsiz ve Bileşik Gelişme Teorisinin Açıklayıcı Değeri
Kapitalizm ne doğrusal ne de değişmeyen bir biçimde gelişmiyor. Kapitalist olmayan unsurlar üretimin kapitalist etkileri ile farklı dereceklerde birleşebilirken farklı düzeylerdeki piyasaya giriş veya endüstriyel gelişmeler ile örneklendirilen eşitsizlik, tek yetki alanında bulunabilir. Böyle ifade edildiğinde, kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişmesi (EBG) kanıtlanabilir bir gerçektir, bazıları o kadar verili olarak varsayar ki onu gelişimin 'kanunu' olarak kabul eder. (1) 20 yıl önce New Left Review dergisinde çok mantıklı olan EBG gibi 'geçmişe dönük sadeliği' takdim eden tarihsel perspektifin neden ilk durumda ortaya çıkmasının bu kadar uzun sürdüğünü sorguladı. (2) Bu varsayılan sadelik, bununla birlikte, başka bir merakı, nasıl bu kadar açıkça belli olan bir şeyin ayrıca (ve hâlâ) bu kadar tartışmaya konu olabileceği, işaret ediyor. 
Rosenberg'in 2013'deki sezgileri doğruydu. Bu soruya cevap vermek için bu kavramın ilk kök saldığı felsefi doğaya seyahat etmek demektir (3); eğer bir kişi EBG'nin felsefi temellerini çalışmayı arzuluyorsa, varış noktası sadece Troçki değil (4) Marksizm'in daha geniş felsefi temeli olan diyalektik materyalizmdir. 
EBG ile alakalı tartışmalar, tarihsel sosyoloji (5) ve Uluslararası İlişkiler teorisi alanları başta olmak üzere bugün de devam etmektedir. (6) Daha ilginç tartışmalar arasında şunlar vardır: Benno Teschke (7) gibi Politik Marksistler (genel olarak kapitalizme geçiş sürecinde sınıf odaklı yaklaşıma sahip olan Robert Brenner'in yandaşları) ve Alexander Anievas ve Kerem Nişancıoğlu tarafından ortaya konulan yakın zamandaki çalışma (8) gibi Uluslararası İlişkiler disiplinindeki EBG-yandaşları. Bu tartışmada kesişen iki fay hattı, biri EBG'nin zamansal kapsamıyla ilgili, diğeri ise kavramın açıklayıcı değeriyle ilgili soruları gündeme getiren, vardır. Büyük ihtimalle, EBG'nin tarihin sınırlarını aşan bir ilke mi yoksa kapitalizme özgü bir özellik mi olduğu konusunda anlaşabilseydik, işte bu durumda gerçek bir temeli olan amaca uygunluk sorununu çözebiliriz. Fakat, bu hızlı düzeltme, EBG'nin kapitalizmin gelişimini açıkladığını ama aynı zamanda EBG'nin kendisinin - veya daha kısa ve öz bir biçimde, EBG'nin EBG'yi açıkladığı fikrinin,  ek detaylandırılmaya gereksinim duyduğunu iddia eden temel totolojiyi çözmek için hiçbir şey yapmamaktadır (9). Böylesine yerleşmiş yükümlülüklerden sorumlu tutulan EBG'nin diyalektik materyalist öncüllerine daha yakından bakmanın bir çözüme yol açabileceğini iddia ediyorum. Bu terimlerle yeniden biçimlendirildiğinde EBG'nin ilkesi tek kelimeyle tarihsel materyalist metodolojinin uygulanması yoluyla ulaşılan diyalektik materyalist mantığın ifadesidir. Bu felsefi yeniden biçimlendirmeden, en azından EBG'nin uydurma tercümelerini köreltecek ve tarihsel dönüşüm araştırmaları için yol gösterici bir çerçeve olarak, belki de, yeniden kuracak olan mantıksal netliği elde edebiliriz. 

Başlangıç olarak Troçki
Dikkatimizi önce tarihsel bir ilke olarak EBG kavramının başlıca fikir babalarından olan Troçki'ye çevirelim (10). Tarihsel materyalizmin basit bir kavrayışı bile bizi Troçki'nin tarih anlatımı ile başladığını - titiz ayrıntılarla Rus Devrimi - onaylamaya zorluyor ve bu kanıttan yola çıkarak EBG'yi bir tarih ilkesi olarak yerleştiriyor (11). Rus örneği, tarihsel dönüşümünü kırılmalar ve 'sıçrayışlar' olarak tanımladığı için, (12) gelişimin 'plansız, karmaşık, birleşik karakterini' yazdırır (13). Gelişimsel sıçramaların yalnızca mümkün olmakla kalmayıp belirli koşullar altında kaçınılmaz olduğu boşlukları ve eşitsizlikleri gözlemler; ve bu durumu eşitsiz gelişme olarak tanımlar. Bununla birlikte, ayrışmış olanın yeni bir gelişmeye yönelik karışımı oluşturmak için birleştiği 'farklı aşamaların bir araya gelmesine' dikkat çeker ve bunu, bileşik gelişme olarak tanımlar (14). Bir yanda sıçramalar, kopuşlar, farklılıklar ve eşitsizlikler, diğer yanda füzyon, karşılıklı bağımlılık, uyum ve kaynaşma ile, tarihsel dönüşümün enerjisini sağlayan çelişkili güçleri görmekteyiz (15).
  
Önümüzde, burada sadece taslağını çizdiğim ve  daha sonra daha ayrıntılı bir şekilde değinecek olduğum bugün devam eden baskın tartışmaların şablonu var. İlkin, eğer Troçki'nin EBG yasası, onun kapitalizme özgü toplumsal ilişkilere dayalı tarihsel analizinin bir sonucuysa, yasanın kapitalist olmayan üretim biçimleriyle karakterize edilen çeşitli çağlarda tarih ötesi olarak da uygulanabileceğini varsaymak mübah ya da akıllıca olabilir mi? İkincisi, yasa yalnızca kapitalist gelişme için geçerli olsa bile, kapitalizmin eşitsiz ve bileşik bir biçimde geliştiği için kapitalizmin eşitsiz ve bileşik bir biçimde geliştiği şeklindeki totolojik iddianın ötesinde, onun daha geniş açıklayıcı değeri nedir? Bu anlaşmazlıklar zorlu görünse de, EBG'nin iç işleyişini dikkatli bir şekilde incelemeye başladığımızda bir çözüm olasılığını da görebiliriz.
Troçki, çünkü tarihsel değişimi ileriye doğru fırlayan veya yavaşça sallanan, her zaman hareket halinde ama esasen koşullu, coğrafyaya ve zamanlamaya bağlı olarak anladığı için EBG ilkesine varıyor. Tarihin bir ilkesi olarak hem genelleştirilmiş hem de soyut olmakla birlikte tarihsel materyalist bir metodolojinin uygulanmasından türetilen tarihin bir ilkesi olarak, gerçek toplumsal dönüşümün değişkenliğini ve çelişkilerini yansıtır. Bunu, Troçki'ye göre diğer iki tanımlayıcı iddiayı, aşamacı bir yaklaşımla tarihin incelenmesine yol açan ekonomik determinizmin reddi, (16) ve sürekli devrim teorisi, demirleyen bir tür itaatsizlik kuralı olarak düşünüyorum. Önceki üretim dönemlerinin kalıntıları taşındığı ve bu kalıntılar yeni üretim araçlarıyla çatıştığı için, ekonomik değişimin oldukça muhtemel ve bir dizi iç ve dış ( yani uluslararası) etkiye açık olduğu ortaya çıkıyor (17). Sınıf sisteminin kendisi kesin olarak yıkılana kadar birbirini izleyen hiçbir aşama tamamlanmış sayılmayacağı için devrim de aynı şekilde bitmez tükenmez olarak anlaşılmalıdır (18). Tartışmasız bir biçimde diyalektik olan terimlerle ifade edildiğinde, 'gelişme süreci', tarihsel dönüşümün farklı yönlerinin bir 'bütünlük' veya daha doğrusu 'farklılaşmış bir birlik' oluşturmak üzere iç içe geçtiği ayrı aşamaların kesintisiz fakat doğrusal olmayan parçalanması ve entegrasyonudur (19).
    
Hiçbir bakımdan tesadüfen olmayan ama neredeyse gizlice her biri ortak makul bir buyruğa hizmet eden usta ama küçümsenmiş materyalist diyalektikçi Frantz Fanon'un somut ile soyut arasındaki ilişkinin 'sürekli sorgulanması' olarak bahsettiği diyalektik materyalizmin felsefi ilkeleri -olumsuzlama, çelişki ve sentez- ile karşınızdayız. (20) Troçki'nin diyalektik materyalist buyruğun bir yinelemesi olarak gördüğüm gelişme ilkesini, bu ikisi eşanlamlı olmasalar da ayrılamazlar ve bu derin ilişkiyi görmezden gelmek EBG'nin felsefi temellerini yanlış anlamaktır. O halde, çağdaş tartışmalarda EBG'nin en korkunç çarpıtmalarının, bu açık korelasyona (en iyi ihtimalle) dikkat edilmemesi veya (en kötü ihtimalle) tamamen inkar edilmesinden kaynaklandığı sonucu çıkar. 

Tartışmalar sürükleniyor
Konu Troçki'nin özgün ifadeleri söz konusu olduğunda bilim adamlarının üzerinde ısrar ettiği göreceli sadakatteki farklılıklardan, EBG'ye ilişkin beklentilerin çeşitliliğinin izini sürebiliriz. Bu çeşitlilikten yalnızca bir seçkiyi açıklamama rağmen, benim örneklemem hem EBG hakkındaki çağdaş tartışmaları karakterize eden çarpıklıkları hem de bir karşılık olarak diyalektik materyalizme dönüşün değerini sergilemek için yeterlidir.
Geç Kapitalizm'in ilk bölümünün ilk sayfasında Ernest Mandel, EBG ilkesini savunmasına soyut ve somut arasındaki ilişki üzerine bir notla başlıyor (21). Bu bölümü, böyle basit bir düşünceyi dile getirmekten neredeyse utanarak Grundrisse'den bir sayfanın dörtte üçünü kapsayan bir alıntıyla demirliyor. Daha sonra, Marx'ın yönteminin aşırı basitleştirilmesine karşı korumaya hizmet eden dört kural biçiminde -Lenin'in Felsefi Defterleri tarafından desteklenen- ustaca bir özet sunar: birincisi, somut olan hem başlangıç ​​odağı hem de nihai hedeftir; ikincisi, soyut ve somut, diyalektik bir ilerleme sürecinde birbirini doğurur; üçüncüsü, bu ilerleme tarzı 'analiz ve sentezi' birleştirir, bir 'karşıtların birliği' olarak soyut ve somut arasındaki karşılıklı kurucu ilişkiyi bozmaz; (22) ve dördüncüsü, kavramanın birbirini takip eden her aşaması bir doğrulama aracı olarak 'uygulamada test edilmelidir (23). Bu mevzubahis felsefi mantık, önce genel olarak kapitalizmin yasalarını tanımlayarak geç kapitalizmin ayırt ediciliğini kavramayı taahhüt eder.
Mandel'in kapitalizmin gelişimine ilişkin yorumu, kendisini eşitliği bir yasa olarak kabul edenlerden ayırdığını düşündüğü EBG ilkesine döner (24). Mandel'e göre, dengesizlik 'sermayenin özüdür'; (25) bir alanda artı değerin nasıl ve hangi amaçla çıkarılıp biriktirilebileceği, bir diğerinde artı değerin nasıl ve hangi amaçla çıkarılıp biriktirilebileceği ile ilgilidir. Mandel'in gözlemlediği 'kalkınma ve azgelişmişliğin yan yana gelmesi', onun EBG'yi bir ilke olarak onaylamasına yol açar (26), genel olarak kapitalist gelişme için geçerli olduğu sürece evrensel olarak kabul ettiği bir yasadır, (27) ancak diğer kapitalist olmayan dönemlere uygulanabildiği anlamda tarih ötesi değildir.  Bir katmanı geriye gittiğimizde kendi kurallarının kötüye kullanılmasının nasıl EBG'nin zamansal kapsamı hakkında kafa karışıklığına ve buna bağlı olarak totolojik çıkarımlara yol açtığını görmemize rağmen görünüşte, Mandel'e evrensel ve tarih ötesi arasındaki bu ayrımı atfedebiliriz.
    
Muhtemelen Mandel, kapitalizmi sürekli değişime uğrayan farklılaşmış bir birlik olarak anlamaktan çok, kapitalizmin soyut yasalarının savunulması ve genel olarak Marksizm ile ilgilenir. Bu, Chris Harman'ın Geç Kapitalizm üzerine yaptığı sert eleştirisinde, sürekli değişim süreçlerinin ilkeleri dolaylı bir şekilde ifade ettiğini ve Mandel'in kendi felsefi ilkeleri ile ters düşerek "açıklamayı eklektizm ile değiştirdiğini" öne sürdüğü tutumdur. (28) Soyutlamaları araştırmayı bıraktığımızda, geçerliliklerini kaybederken yalnızca eklektik bir şekilde yerleştirilebilecek kalıntılar halini alırlar. Bu, kapitalist gelişmeye ait bir unsur haline gelen EBG ilkesine ne olduğunu açıklayabilir; EBG'nin zamansal kısıtlaması, aslına bakılırsa soyutlamanın varlığını kabul ederek ve 'karşıtların birliğini' tam bir özdeşleşme haline dönüştürerek, onu kapitalizmin karakteristik özelliği olmaktan alıkoyuyor. Soyut somut olarak varsayıldığında, EBG ilkesinin açıklayıcı değeri yerini bir totolojiye bırakır ve böylece EBG olgusu, bir gerçek olarak alınan EBG ilkesini açıklar.  
Eğer EBG ilkesine 'ilke' demekten vazgeçersek, bu sorunu çözmez mi? Marcel van der Linden tam da bu öneriyi sunuyor. Bilimsel ilkeler tahmine dayalı bir amaca hizmet eder, bununla birlikte Van der Linden EBG 'ilkesinin' herhangi bir güvenilirlikle böyle bir sonuca ulaşabileceğine ikna olmamıştır. Bu durumun sonucu olarak, EBG 'ilkesinin 'yeterince spesifik' olmadığını ve dolayısıyla bir 'ilke' olmadığını savunur (29). Jon Elster EBG hakkında kısmen benzer olan ancak feragat etme özelliği daha ağır basan bir ifade kullanıyor. Analitik Marksist olduğu için, kendisi için EBG 'ruhsuzdur' ve onun da benzer şekilde imalı ve anlaşılmasını zor bulduğu diğer Marksist teorilerle aynı kategoride bulunur. (30) Bu reddi doğrulayarak, 'nesnel' unsurların (yani ekonomik koşulların) ve 'öznel' unsurların (yani siyasi veya sosyal mizacın) bir komünist devrimin nerede ve nasıl gerçekleşeceğini tahmin etmemize izin verecek şekilde nasıl bir araya geleceği  konusunda açıklanması gereken bir durum olduğunu iddia eder. Van der Linden EBG'nin 'ilke' boyunduruğundan kurtulduğumuzda, 'tarihsel sıçramalara' neden olan toplumsal ilişkileri daha iyi inceleyebileceğimizi ileri sürerken, (31) Elster, yetersiz tahmin değeri nedeniyle EBG'yi tamamen reddeder. Yine de her ikisi de EBG'yi statik bir soyutlama olmasına karşı çıkar ve her ikisi de somutu gözden kaçırdığı için soyutlamayı göz ardı eder.   
Ama hayır, EBG anlayışımızdan 'ilke' kavramını çıkartamayız çünkü çıkarttığımız durumda diğer yönde ileri gitme riskiyle karşılaşırız; bu da bizi ilk olarak EBG'ye götüren mantığın içini boşaltmaya ve materyalizm için diyalektiği feda etmemiz demektir. Bu sonuç karşısında Elster memnun olacaktır ama bu durum sadece EBG'nin başlangıçta diyalektik materyalizm ile ne kadar yakından tanımlandığını gösterir. Belki de cevap 'ilke' kavramını korumak, ama kullanımını kapitalist olmayan dönemleri de kapsayacak şekilde genişletmek ve bunu yaparken de somutun daha çok farklılaşmasına olanak sağlayacak olan daha az kısıtlayıcı soyut ilke anlayışına varmak olabilir. İşte bu Rosenberg'in Uluslararası İlişkiler (Uİ) teorisine kattığı şeydir. 
Rosenberg için EBG daha geniş amacına, alana (Uİ) sosyal dönüşümün tarihinin daha sistematik kavrayışını ileri süren, hizmet eder (32). EBG'yi tartışmaya başlamanın bir yolu olarak ortaya koyar çünkü toplumsal olanı uluslararası olanla etkileşime girmesini sağlar ve aynı zamanda 'tarihsel süreçlerin genel soyutlamasını' içerir (yani: EBG'yi kapitalizme özgü olmayan olarak alır). (33) İkinci argümanla ilgili olarak, EBG'yi sadece kapitalizme münhasır bir 'yan etki' olarak görmenin Troçki'nin orijinal formülasyonunu, EBG'yi zamansal olarak genelleştirilebilir tarihsel bir ilke, çarpıtmak olduğunu savunur. (34) Rosenberg'in Troçki anlatısına yanıt olarak, Alex Callinicos (Mandel'i andıran bir şekilde) kapitalizmin belirli coğrafyalarda ve belirli dönemlerde ortaya çıktığı özel yolları vurgulamak için Kapital'den aldığı kavramları kullanarak 'üretim biçimi' yaklaşımını ileri sürüyor. (35) Troçki'nin vizyonuna göre EBG'nin ekonomik özcülüğe direndiğini (36) kabul etmesine rağmen bu kabul Callinicos'u EBG'ye 'sadece ekonomik terimlerle' yaklaştığı suçlamasından korumaz. (37) Genel olarak, Uİ teorisi alanında Callinicos ve Rosenberg arasındaki bu üretken fikir alışverişi EBG hakkında daha geniş tartışmayı yansıtmaktadır. Bir şekilde uygulandığında, analitik bir çerçeve olarak EBG 'toplumsal' olanı açıklayabilir ve indirgemeci ekonomizme karşı dayanıklıdır. Başka bir açıdan bakıldığında aşırı genelleme yapıyor ve bu nedenle yeterli açıklayıcılığa sahip olmadığından uygulayıcıyı kapitalizmin nasıl evrildiğinin özelliklerini açıklamak konusunda yetersiz bırakıyor. 
2008'de yapılan Callinicos/Rosenberg fikir alışverişi EBG üzerine özel bir bölümün 2009'da Cambridge Uluslararası İlişkiler Dergisi tarafından yayınlanmasına yol açtı. Burada, Rosenberg'in EBG'yi tarih ötesi anlayışının çekişmeliliğine ortak bir ilgiyle önceki gibi aynı tartışmalı arazide yürüyoruz. Neil Davidson önde gelen makalesinde Troçki'nin bahsettiği EBG'nin Rosenberg'in özdeşleştiği tarih ötesi EBG olmadığını aksine Rusya tarihinin 'sadece kapitalist sanayileşme ile varılabilecek' belirli bir anı olduğunun iddia eder. (38) Sam Ashman kapitalizmin gerçekte tarih ötesi olmayan özel bir çeşit eşitsizlik oluşturduğunu tasdik eder ve böylece EBG'yi tarih ötesi bir ilke olarak kullandığımızda öncelikle EBG'nin ortaya çıkmasını sağlayan kapitalizmin eşsiz yönlerini gözden kaçırırız. (39) EBG sonucuna varmak için kişinin kapitalist genişlemedeki itici güçlerin (rekabet ve artı-değer) aynı ölçüde ilerlettiğinin kabul edilmesi gerekmektedir iddiasında bulunan Jamie C. Allinson ve Alexander Anievas tarafından benzer bir değerlendirme yapılmıştır (40). EBG'nin kapitalizm öncesi ve kapitalist tarih ile nasıl ilişki kurduğu konusunda değerli atfedilmesine rağmen bu çıkış noktası EBG'nin tarih ötesi olarak uygulanabilirliğini zorunlu olarak kısıtlamaktadır. Anievas'ın daha sonra Nişancıoğlu ile birlikte yazdığı How the West Came to Rule adlı monografisi bilhassa değerini kanıtlıyor. Yazarlar EBG'nin üç uygulamasını, soyut bir yasa olarak, bir metodoloji olarak, ve (tercih ettikleri yaklaşım) bir teori olarak (41), tanımlıyorlar ve -Rosenberg'in görüşüne uygun olarak- EBG'nin en önemli tarafı Troçki'nin tarihsel değişimde bir güç olarak uluslararası olanı öne çıkarması olduğunu savunurlar (42). 
Rosenberg'in EBG'ye yaklaşımına ilişkin daha iğneleyici yorumlardan birisi de Teschke'nin 2014'teki yorumudur. Tesckhe, neo-realizm ve yapısalcılık arasında birleşmeden kaynaklanan acınacak bir ürün olarak tanımladığı EBG'deki Uİ bükülmesine şüphe ile yaklaşıyor. (43) Teschke'ye göre EBG'nin bir ilke olarak ve bir Uİ teorisi olarak yıkılması onun açıklayıcı amacını soyutlama içinde gizleyerek baltalıyor, (44) Marx'ın diyalektik yönteminin başlıca unsurlarını ihlal ettiği için desteklenemez bulduğu bir ihtimal, (45) yani soyut ve somut arasındaki ilişkiyi 'sürekli sorgulama'. Aslında, Teschke'nin rahatsız edici bulduğu şey, somutun gözden kaçırılmasına ve totolojiye yol açan soyut ilkenin cisimleştirilmesi, diğerlerinin çoktan işaret ettikleridir. Bununla birlikte, aksi takdirde ikna edici bir çalışma olan Teschke'nin EBG'yi reddetmesini samimiyetsiz bulduğumu ekleyeceğim. Kendi EBG anlayışından diyalektik materyalizme ait herhangi bir izi çekip alır, ortaya çıkan boşluğa bir totoloji ekler ve 'eşitsiz ve bileşik gelişmeyi neyin yönlendirdiğinin belirsiz olmaya devam ettiğini' ilan eder. (46) Arta kalan tarih ötesi kalıntı tarihsel gelişmede 'siyasi failliğin' üretken rolünü tanımlamada yetersiz kalmaktadır (47) ve böylece de reddedilmelidir. 
Yalnızca soyut bir yasa olarak alındığında, EBG'nin basitliği, beklenen açıklayıcı değerini zayıflatmaktadır. İlk bakışta EBG, ekonomik değişimi anlamak için bir şablon geliştirerek kapitalizmin gelişimini açıklama niyetine sahip gibi görünür; ama, bu şablon yetersiz kalır ve EBG kavramının kendisinin daha fazla detaylandırılması gerektiğinin farkına varılmasına yol açar. Teschke buna EBG'nin kaçınılmaz 'sabit totolojisi' olarak atıfta bulunur (48). Tanısı, EBG'nin ölümcül kusurunu ortaya koymakta ama yine de bu yatıştırıcı değerlendirme diyalektik materyalizme aykırıdır ve EBG'nin açıklayıcı değerinin yanıltıcı tevdisidir. Özellikle, Teschke totolojik tuzağa yol açan diyalektik materyalist metodolojinin terk edilmesi anlamına gelen tarihsel olarak farklılaştırılmış EBG ile soyut ilke olarak EBG fikrini eş anlamlı olarak ele alır. Kaçınılmazdan veya ölümcül olandan uzak olan bu tuzak onun kendi oluşturduğu bir şeydir; ancak soyut ve somut arasındaki karşılıklı kurucu diyalektik düzleştirildiğinde EBG 'sabit totoloji' olarak tanımlanabilir. 
Göstermiş olduğum gibi bazıları EBG ilkesini tarih ötesi, düzeltilmeden uzak ve aşırı genelleyici bir sahtekar olarak tasarladılar ancak EBG'yi diyalektik materyalizme geri döndürdüğümüzde bu tür katı teşhisler iki nedenden dolayı desteklenemez. Birincisi, soyut bir yasa olarak EBG pratikte diyalektik materyalist mantığın mantıksal sonucudur ve bu 'sürekli sorgulama' mantığı böyle totolojik iddiaya dayanamayacağından ötürü (49) EBG'yi totolojik karakteri sebebiyle terk edenler aynı zamanda onun diyalektik materyalist özünü de yüzüstü bırakmış olacaklardır. İkincisi, EBG sadece sabit soyutlamanın sınırları içinde kaldığı durumda totolojiktir. Diyalektik materyalistin görevi soyutlamaları somutlaştırmak (ve aksi) EBG sonraki araştırmalar için bir açık çağrı olarak anlaşılmalıdır veya Anievas ve Nişancıoğlu'nun açıkladığı gibi o 'bir dizi azalan seviyelerdeki soyutlamaların içinden geçen bir süreç, ilave benzetmeler ve yolun her adımında ampirik gerçekliği düşüncede tekrardan kuran bir taahhüttür (50). Diyalektik materyalist felsefenin özünü terk ettiğimizde yani basit bir soyutlamayı somut kategori sandığımızda hiç lüzumu yokken totolojik yola batarız (51). Bu kavramları kendi kendini yitiren amaçlara doğru birbirinin yerine kullanmaktansa basit bir soyutlama olarak EBG ilkesini ve somut bir kategori anlamında tarihsel olarak farklılaştırılmış EBG arasındaki karşılıklı kurucu ilişkiye dikkat etmeliyiz. 


Kaynakça
(1) Leon Trotsky, History of the Russian Revolution, trans. Max Eastman (Chicago, 2008); George Novack, Understanding History: Marxist Essays (New York, 1974); Ernest Mandel, Late Capitalism, trans. Joris De Bres (London, 1975).
(2) Justin Rosenberg, ‘Isaac Deutscher and the Lost History of International Relations’, New Left Review, I, no. 215 (1996), 6.
(3) Justin Rosenberg, ‘The ‘Philosophical Premises’ of Uneven and Combined Development’, Review of International Studies, xxxix (2013).
(4) Ibid., 587.
(5) Benno Teschke, ‘IR Theory, Historical Materialism and the False Promise of International Historical Sociology’, Spectrum, vi (2014); Sébastien Rioux, ‘International Historical Sociology: Recovering Sociohistorical Causality’, Rethinking Marxism, xxi (2009).
(6)  Jessica Evans, ‘The Uneven and Combined Development of Class Forces: Migration as Combined Development’, Cambridge Review of International Affairs, xxix (2016); Sam Ashman, ‘Capitalism, Uneven and Combined Development and the Transhistoric’, Cambridge Review of International Affairs, xx (2009). Notable also is the emergence of UCD in literary studies.
(7) Robert Brenner, ‘Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-Industrial Europe’, Past & Present, lxx (1976); Robert Brenner, ‘Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-Industrial Europe: The Agrarian Roots of European Capitalism’, Past & Present, xcvii (1982).
(8) Jamie C. Allinson and Alexander Anievas, ‘The Uses and Misuses of Uneven and Combined Development: An Anatomy of a Concept’, Cambridge Review of International Affairs, xx (2009); Alexander Anievas and Kerem Nişancıoğlu, How the West Came to Rule: The Geopolitical Origins of Capitalism(London, 2015).
(9) Benno Teschke, ‘IR Theory, Historical Materialism and the False Promise of International Historical Sociology’, Spectrum, vi (2014), 32.
(10) Some do trace the more lauded twentieth century accounts of UCD to the nineteenth century writings by Karl Marx and Friedrich Engels, see Karl Marx and Friedrich Engels, Collected Works of Marx and Engels, Economic Works 1857-1861, vol. 28 (New York, 1986), 435; Jairus Banaji, Theory As History: Essays on Modes of Production and Exploitation(Chicago, 2011), 63; Neil Smith, Uneven Development: Nature, Capital, and the Production of Space, 3rd edition (Athens, GA, 2008); David Harvey, ‘Notes Towards a Theory of Uneven Geographical Development’, in Spaces of Neoliberalization: Towards a Theory of Uneven Geographical Development, vol. 8, Hettner-Lectures (Stuttgart, 2005); Radhika Desai, Geopolitical Economy: After US Hegemony, Globalization and Empire (New York, 2013), 52, 39–43. But it is also the case that many UCD theorists acknowledge this inheritance only in passing, see George Novack, ‘The Law of Uneven and Combined Development and Latin America’, Latin American Perspectives, iii (1976). Lenin meanwhile addressed uneven development, namely in his 1917 pamphlet on imperialism, which focuses on the expansive nature of capitalism and its destabilizing effect on international affairs. Attendant on, if not inherent to, this expansionism is a capitalist nation’s quest for exclusive control over other territories which were at the heart of ‘Great War’. Lenin refers to how ‘[t]he uneven and spasmodic development of individual enterprises, individual branches of industry and individual countries, is inevitable under the capitalist system’, see Vladimir Ilyich Lenin, Imperialism, the Highest Stage of Capitalism: A Popular Outline (New York, 1939), 62. He also argues that England could not have achieved the status of the world’s premier capitalist state without an imperialist monopoly on the raw resources that drove the advancement of domestic industries. He later revisits these themes in the pamphlet’s coda, where he links capitalism’s expansionist compulsion to the increasing unevenness between states (ibid., 125). Although his understanding of imperialism as a ‘stage’ resists a notion of combined development, the thrust of his indictment of imperialism nevertheless turns on a particular conception of unevenness.
(11) Trotsky, History of the Russian Revolution, 5.
(12) Ibid., 4.
(13) Ibid., 9.
(14) Ibid., 5.
(15) Ibid., 4.
(16) Michael Löwy, The Politics of Combined and Uneven Development: The Theory of Permanent Revolution (London: 1981), 46 & 48.
(17) Leon Trotsky, The Permanent Revolution & Results and Prospects (Seattle, 2010), 269–70.
(18) Ibid., 143.
(19) John Rees, The Algebra of Revolution: The Dialectic and the Classical Marxist Tradition(London & New York, 1998), 278–9.
(20) Frantz Fanon, Peau noire, masque blancs (Paris, 1952), 23.
(21) Mandel, Late Capitalism, 13.
(22) Ibid., 14.
(23) Vladimir Ilyich Lenin, Collected Works, vol. 38 (Moscow, 1976), 317.
(24) Mandel, Late Capitalism, 28.
(25) Ibid., 27.
(26) Ibid., 86.
(27) Ibid., 23.
(28) Chris Harman, ‘Mandel’s Late Capitalism’, International Socialism ii (1978).
(29) Marcel van der Linden, ‘The “Law” of Uneven and Combined Development: Some Underdeveloped Thoughts’, Historical Materialism xv (2007), 161.
(30) Jon Elster, ‘The Theory of Combined and Uneven Development: A Critique’, in Analytical Marxism, ed. John Roemer (Cambridge, 1986), 55–6.
(31) van der Linden, ‘The “Law” of Uneven and Combined Development: Some Underdeveloped Thoughts’, 162.
(32) Sébastien Rioux, ‘International Historical Sociology: Recovering Sociohistorical Causality’, Rethinking Marxism, xxi (2009), 586.
(33) Rosenberg, ‘The “Philosophical Premises” of Uneven and Combined Development’, 594.
(34) Ibid., 586.
(35) Alex Callinicos and Justin Rosenberg, ‘Uneven and Combined Development: The Social-Relational Substratum of “the International”? An Exchange of Letters’, Cambridge Review of International Affairs, xxi (2008), 102.
(36) Ibid., 101.
(37) Desai, Geopolitical Economy, 144. It is possible to attribute this narrower focus to the scope of Callinicos’s study, which focuses less on ideological or social considerations; however, one of the defining features of combined development is that ‘[i]t is much more than an economic phenomenon, but captures the totality of relations constitutive of a social order as a whole’, Anievas and Nişancıoğlu, How the West Came to Rule, 49.
(38) Neil Davidson, ‘Putting the Nation Back into “the International”’, Cambridge Review of International Affairs, xx (2009), 18.
(39) Sam Ashman, ‘Capitalism, Uneven and Combined Development and the Transhistoric’, Cambridge Review of International Affairs xx (2009), 31.
(40) Jamie C. Allinson and Alexander Anievas, ‘The Uses and Misuses of Uneven and Combined Development: An Anatomy of a Concept’, 57.
(41) Alexander Anievas and Kerem Nişancıoğlu, How the West Came to Rule, 58.
(42) Ibid., 7.
(43) Teschke, ‘IR Theory, Historical Materialism and the False Promise of International Historical Sociology’, 12.
(44) Ibid., 28.
(45) Ibid., 39.
(46) Ibid., 32.
(47) Ibid., 37.
(48) Ibid., 48.
(49) Lenin, Collected Works, 1976, 38: 282.
(50) Anievas and Nişancıoğlu, How the West Came to Rule, 51.
(51) Marx and Engels, Collected Works of Marx and Engels, Economic Works 1857-1861, 28: 39; Banaji, Theory as History, 47.

Metnin İngilizce Orijinali: Susan Dianne Brophy - The Explanatory Value of the Theory of Uneven and Combined Development 
https://www.historicalmaterialism.org/blog/explanatory-value-theory-uneven-and-combined-development (Son erişim tarihi: 23.07.2021)

Çeviren: Yasir Safa Doğancil


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır. Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre: “Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak...