Kadına Karşı Şiddetin Yaygınlığı
Çağdaş feminist hareketi etkileyen ilk eserler kadına
karşı şiddetle sistematik olarak uğraşmıyordu. Fakat İkinci Cinsiyet’te Simone
de Beauvoir, kadın ve erkek arasındaki her cinsel ilişkinin aslında şiddet
içerdiğini iddia ediyordu. Bir kadının cinsellikle ilk karşılaşması “kızı,
kadına dönüştüren bir şiddet eylemi”ydi. Simone de Beauvoir, kadının
“alınması”, ona “tecavüz edilmesi”, erkeğin cinsel hareketlerine “boyun eğmesi”
gibi eşitsiz ilişkiyi ortaya koyan bütün ifadeleri kullanıyor.[10] Cinsel Zorbalık
(Against Our Will) adlı 1975 tarihli eseriyle Susan Brownmiller, bu analiz
biçiminin yayılmasında etkili olmuştu. De Beauvoir’a göre “dünya, ezelden beri
erkek dünyasıydı”. “Ve kadın avlanan
cinsti.”[11] Brownmiller’a göre ise,
tecavüz “tüm erkeklerin tüm kadınları korku halinde tutmasına
yarayan bilinçli bir süreçten başka bir şey değildi”[12]. Bu vurgu, kimi zaman tüm
cinsiyetçiliği şiddet başlığına sıkıştırmakla birlikte, oldukça öne çıktı.
Islık çalmak, kadın düşmanı şakalar, aşağılamalar ve benzeri hareketlerle
somutlaşan olağan cinsiyetçiliklerin, ufak şiddet eylemlerinden tecavüz ve dayağa
kadar birçok neticenin zeminini hazırladığı doğru. Fakat bunları tek bir duruma
indirgemek, her birinin tikelliğini görmezden gelmektir ve kadına yönelik
şiddete varan cinsiyetler arası toplumsal ilişkileri kavrayış biçimimizi
kısıtlamaktır.
Önemli kuramsal sorunları bir yana, Brownmiller’ın kitabı
giderek görünür hale gelen bir zayıflığa sahip. Bu zayıflık, kitabın “yabancı
tehdidi”ne, yani yabancılardan gelen bir saldırı olarak tecavüze odaklanmasıyla
ilgili.[13] Bugün şunu biliyoruz ki
kadınların maruz kaldığı şiddetin büyük kısmı aile evinin dört duvarı içinde
gerçekleşiyor.[14] Cinsel
şiddette, özellikle ev içinde gerçekleşenlere bugün yapılan vurguyu düşününce,
sadece on beş yirmi yıl önce bu meseleyi feministlerin bile tartışmaya tereddüt
ettiği; ve bugün, kadınların şiddete karşı destek ve savunmaya erişim
olanaklarını azaltan bir ideolojinin parçası olarak görülen fikirleri
benimsemiş olmaları akla sığmıyor. Brownmiller, 1970’te tecavüzle ilgili bir
tartışmaya katılana kadar “tecavüzün feminizmin meselesi olmadığını” ve “tecavüz
kurbanlarının kadın hareketiyle hiçbir ortak noktası olmadığını” düşündüğünü
ifade ediyor[15].
Beatrice Faust 1977’de şöyle diyor:
…birçok
durumda kadınların davranışı, sanki tecavüz edilmek istiyor gibi davranıyor
göründüklerinden onların da “istediği”ne yönelik inancı perçinliyor.
Giysilerini kıçını gösterecek kadar çekiyor, içini gösteren elbiselerden görünen
memeleriyle tahrik ediyorlar. Bir erkekle içki içmek veya bir arabaya binerek
ıssız bir yere gitmek, hatta kıyafetlerini çıkarmak gibi cinsellik ihtimaliyle
kaynayan durumlara hiçbir şey yokmuşçasına giriyorlar. Durumun içerdiği cinsellik
ihtimalini, yolunmadan kaçmak için çok geç oluncaya dek görmeyi reddediyorlar.
Kadınların “sınırı çizmesi” gerektiğinin yarattığı
baskıya ve bu kadınlar gerçekten seks istiyor olsalar da nerede ve ne zaman
sınırı çizmeleri gerektiğini her zaman bilemediklerinden o vakit gelinceye
kadar “ilgili erkeklerin alacaklı gibi hissetmeye başlayabilecekleri”ne dair
yazmaya devam ediyor.[16] Diana Russell seksenlerde
bile ABD’li feministlerin evlilik içi tecavüz meselesi sorgulamaya tereddüt
ettiğini yazıyor[17]. Nasıl
giyinirsek giyinelim, nereye gidersek gidelim evetin evet, hayırın hayır demek
olduğunu bugün haklı bir şekilde hatırlatan feministlerin tavrında bile
gerçekleşen bu muazzam değişimi kendimize hatırlatmak önemli. Öğrenci
gazetelerinde cinsel şiddet ve özellikle tecavüzün, bütün erkeklerin kadınlar
üzerinde kullandığı bir toplumsal kontrol aracı olduğu Brownmiller’i
tekrarlarcasına sürekli vurgulanıyor. Önceki feministlerin bu şiddete ortak
olduklarını iddia etmeyeceksek, bu kişilerin fikirleri bir açıklama
gerektiriyor. Bunu da ancak bu şiddet biçimlerini, hepimizi etkileyen fikirleriyle
sınıflı toplumun sonucu olarak ele alan bir analiz geliştirerek yapabiliriz. Ev
içi şiddetin üzerinin örtülmesinin en önemli sebeplerinden biri, aileyi kamusal
denetimle ihlal edilemeyecek bir sevgi ve özel hayat mabedi olarak gören
ideolojiydi. Bu mabet tabii ki “erkeğin kalesi”dir ve kadın her daim seks için
hazır olmak zorunda hisseder. Yetmişlerin sonları ve hatta seksenlere kadar
evlilik içi tecavüz çoğu eyalette hukukun tanımadığı bir şeydi.[18] Dolayısıyla toplumsal
sağduyunun bunu reddetmesi şaşırtıcı değil. Neredeyse bin kadınla yaptığı
çalışma için mülakat yöntemlerini geliştirirken Russell, kocalarınca yapılan
tecavüzü kadınların ihbar edeceğini garantilemenin ne kadar zor olduğunu
görmüştü. Bu nedenle mülakat yapan kişilere, tecavüz kelimesini kullanmamaları
fakat kocalarıyla istemedikleri halde cinsel ilişkiye girip girmediklerini
sormaları söylenmişti. Kocalarının tecavüz ettiği 87 kadından sadece altısı
“hayatınızın herhangi bir döneminde, tecavüz veya tecavüz teşebbüsü kurbanı
oldunuz mu?” sorusuna ilk seferde bundan bahsederek cevap verdi. Hemen hemen
hepsi cinsel istismara uğradığını fakat bunun tecavüz olmadığını düşünüyordu,
bununla birlikte bu kadınlardan bazıları yaşadıkları deneyimi sonradan “tecavüz
gibi” olarak nitelemişti[19]. Tecavüz çok açık bir
soru ve evlilik içi tecavüz bu araştırmanın yapıldığı dönemde birçok ABD
eyaletinde hukuken tanınmıyordu. Ne var ki “istismar” da oldukça öznel bir
değerlendirme. Kocasının her arzusuna amade bekleyen kimi kadınlar, başka
erkekler yaptığında istismar olarak görülecek bir şeyi kocası yapınca öyle
görmeyebilir[20]. Ev
içi bu gizli şiddet, kadınların taciz içeren ilişkileri bırakmasını
kolaylaştıracak refah yardımları veya boşanma yasalarının yokluğuyla da
perçinlenmekte. Açıklamanın bir parçası da istismara uğrayan kadınların azınlık
olduğu olmalı. Russell’ın yöntemsel açıdan en titizler arasındaki ve
dolayısıyla şiddetin yayılımını gösteren güvenilir kaynaklardan biri olan
araştırması, katılımcıların yüzde 21’i kocalarından şiddet gördüğünü, yüzde
26’sının ise rıza dışı cinsel ilişki yaşadığını ortaya koyuyor[21]. Şiddetin daha ayrıcalıksız
ve geçim sorunu yaşayan ailelerde[22] daha yaygın olduğu göz
önüne alınırsa, kadın hareketindeki birçok orta sınıf kadının benzer istismar
deneyimlerini yaşamamış olması muhtemel.
Öyleyse asıl ilginç soru, feministlerin ev içi şiddet
meselesini neden bu kadar geç ele aldığı değil, bunun neden asıl mesele
haline geldiği. Bu soruyu sadece sormak bile feminizmle ilgili genel geçer
kanıları sorguya çekmektir. Genellikle feministlerin, kadınların ezilmesine
yönelik söyleyecek dişe dokunur hiçbir şeyi olmayan eski, “cinsiyetçi” sola
karşı kadın haklarının savunuculuğunu yaptığı varsayılır. Katharine Susannah
Prichard tarafından 1930’lu yılların ortalarında yazılan Yakın Yabancılar
(Intimate Strangers) adlı roman, konunun feministlerce ele alınmasından
yıllar önce komünistlerin ev içi şiddete dair açıklayıcı ve incelikli fikirleri
olduğunu gösteriyor. Prichard genç kadınları istemedikleri evliliklere ve
kadınların evlilik ve aşka ilişkin beklentilerinin düşük olmasıyla desteklenen aile
baskısının perçinlediği şiddeti çekmeye zorlayan toplumsal koşulları
incelemişti. Romanda Dirk; kocası Ted’in annesinin, kocası Ted’in kendisine
uyguladığı tacize yönelik tavrını Elodie’ye içini dökerek şöyle anlatıyor:
Beni,
Ted’in okşayarak yarattığı çürükler içinde görmüştü. Evlilik, ilk başta çirkin
bir iştir, fakat zamanla alışırsın dedi. Ted’e boyun eğmeliymişim. Bana deli
oluyormuş… Beni böyle aşağılamak sadakat mi? Ona iyi bir eş olmak, kitabına
uygun olanı yapmak istiyordum, fakat Ted beni kendinden iğrendirdi…[23]
Bu alıntı, kadınların kendi hislerini ifade ettiği
çalışmalarda da ortaya çıkan bir temayı ortaya koyuyor: Evlilikten çok şey
beklenemez, hatta “iğrenç” bile olabilir fakat katlanılması gerekir. Bu roman
feministlerin çoğu ve solcuların da büyük bir kısmı tarafından benimsenen, sadece
feministlerin kadının ezilmesiyle uğraşabildiği efsanesine bir cevap
niteliğinde. Komünist Parti’nin 1920’lerin ilk yıllarındaki kuruluşundan beri
önde gelen bir üyesi olan Prichard, altmışlardaki yeni kadın hareketinin
düşüncelerden açıkça fersah fersah ilerideydi.
Ev içi şiddetin mesele haline gelmesini, basının sık sık
yaptığı şiddetin artmasına bağlamak çekici görünebilir. Bülten dergisinde (The
Bulletin) yayımlanan Ekim 1991 tarihli bir makalede şöyle yazıyor:
Kadına karşı şiddetin hem boyutunun hem
içeriğinin arttığına şüphe yok. Queensland’de geçtiğimiz on yıl sırasında…
ihbar edilen cinsel suçların sayısının 1980’de 1500’den, 1990’da 4000’e
fırladığını gördük… Brisbane’deki tecavüz kriz merkezi, birkaç yıl önce aşağı
yukarı 100’ken bugün, aylık 300 cinsel saldırı vakası bildiriyor. Benzer
artışlar diğer eyaletlerde de gözleniyor.[24]
Bildirilen cinsel saldırı sayısında artış, şiddet
oranında bir artışa karşılık gelmek zorunda değil. Grabosky’nin işaret ettiği
gibi; bu durum, polis faaliyetlerinde gerçekleşen bir değişimle, kadınların
saldırıları bildirmesini sağlayacak şekilde kimi toplumsal tavırların
değişimiyle, ve hatta tecavüzün hukuki tanımının değişmesiyle ilgili olabilir.[25] Vurgudaki bu değişimin
kesişen ve birbirini besleyen birkaç nedeni var. Öncelikle, çalışan kadınların
sayısındaki artış ilişkilere dair beklentileri arttırıyor. Görece bağımsız
kadınların özgüveni artıyor, içerisinde oldukları ilişkileri bırakabiliyor,
dolayısıyla istismara daha az katlanıyorlar. Birçok akademik sosyoloğun karşı
ispat çabalarına rağmen, kadınların edilgen bir şekilde içinde bulunduğu konumu
kabul etmediklerine ilişkin oldukça kanıt var. Queensland Görev Gücü’nün
iletişime geçtiği kadınların yüzde 80’i bir dönemde bu durumdan kurtulmaya çalışmış.
Amerika’da yapılan çalışmalar da bu oranı, istismara uğrayan kadınların yüzde
75’inin şiddet içeren aile durumunu terk ettiğini ortaya koyan bir bulguyla
destekliyor.[26] Kendilerine
güveninin az olması beklenebilecek ergenlik çağındaki kadınlar üzerine yapılan
bir çalışmada bile, bu kişilerin birçoğunun saldırılara karşı durup tecavüzü
önleyebildiği ortaya konuyordu. Saldırının flört veya erkek arkadaş tarafından
gerçekleştirildiği durumların 2/3’ünde ilişki değişiyor veya yüzde 87’sinde
bitiyordu.[27]
Kadınların kendileri için doğru olanı hayata geçirme kapasiteleri, boşanma
yasalarının gözden geçirildiği 70’lerin ortalarından itibaren ve ardından evlilik
içi tecavüzün suç kapsamına alınmasıyla iyileşmişti. Yetersiz de olsa refah
yardımları, katlanılmaz bir durumda kalmak veya bu durumdan kaçmak arasındaki
tercihi kolaylaştırabilir.[28] Birçok çalışmada
kadınların ağırlıklı olarak; aileye bağlılık, kabahat ve hatta istemedikleri
bir ilişkiye katlandıkları için doğrudan kendileri suçluymuş gibi hissettikleri,
yani ideolojik açıklamalar yaptıkları görünüyor. Bu durum, ekonomik koşulların
kişinin olanaklarını nasıl sınırladığını, dolayısıyla kişinin içinde bulunduğu
duruma bakışını nasıl kısıtladığını görmemizi engellememeli. Ekonomik ve
ideolojik bileşenler birbirini besler. Maddi koşullar değişince yeni fikirlerin
köklenerek kişinin davranışlarını etkileme olanağı oluşur.
Bu bileşenler, kadınları savaşçı olarak gören sınıf
siyasetinin yerine geçen kurban olarak kadın vurgusuyla, kadın hareketinde
yaşanan bir dönüşümle kesişti. McGregor ve Hopkins, Ann Curthoys’un günümüz
feminizminin toplumsal temelinin orta sınıf işlere katılımı giderek artan
kadınlardan oluştuğunu savunan düşüncesine karşı çıkarken bunu oldukça kendini
beğenmiş bir tavırla ortaya koyuyorlardı:
Bu orta
sınıf kadınlara göre deneyimledikleri sorunlar sınıfla değil, toplumsal
cinsiyetle ilgiliydi. Bu nedenle kadın kurtuluşu hareketleri, kendilerini
kurucularının sınıfsal kaygılarından bir çırpıda kopararak sosyalist veya sol
siyasetle hiç ilgisi olmayan insanları çekmeye başladı.[29]
Evrensel erkek şiddeti kuramıyla Brownmiller, bu dönüşümü
sağlayan isimlerden biriydi. Bununla beraber Brownmiller’ın çalışması, tecavüz
dahil suçların toplumun alt tabakalarında daha yaygın olduğunu gösteren suç
oranları ve “yabancı tehdidi”yle ilgileniyordu. Bütün erkeklerin tüm kadınları
korku altında tutmak için tecavüzü kullandıklarını iddia etse de şunu da kabul
ediyor:
Toplum
karşıtı ve suç niteliği haiz şiddet eylemlerine (cinayet, saldırı, tecavüz ve
hırsızlık) başvuran kişilerin çoğunun alt sosyoekonomik sınıflardan geldiği
reddedilemez bir gerçek… Philadelphia’daki tecavüzcülerin yüzde 90’ı “meslek
ölçeğinin alt kısmında yer alıyor.”[30]
Yaptığı çıkarım; kötüye yorulursa suç ve şiddetin önemli
bir kısmının temelini oluşturan gerçek toplumsal koşulları görmezden gelme
çabasının sonucu olan elitizm ve işçi düşmanı bir tavrı, iyiye yorulursa bu
çabanın saçmalığını göz önüne seriyor:
Tecavüz;
çekici, nüktedan, uçuk, kahraman, şehvetli ve özgür ruhlu kişiler veya “normal”
bir cinsel boşalım alanı bulamayan bastırılmış ruhlarca değil; aşağılık
çocuklar, bunların kuzenleri ve abileri tarafından gerçekleştirilen soğuk, duygusuz
ve çirkin bir eylemdir… Yine de bu cahil, basit, duygusuz, şiddete meyyal genç
erkeklerin omzunda tarihi bir göreve karşılık gelen asırlık bir yük bulunur:
Kadınlar üzerindeki erkek üstünlüğünün zorla sürdürülmesi.[31]
Eğer tecavüz, düşündüğü kadar insan ilişkilerine içkinse
Brownmiller’ın, yabancılar tarafından gerçekleştirilen tecavüz oranlarındaki
sınıf farklılıkları için daha ikna edici bir açıklama bulması gerekiyor! Suç
oranlarına ilişkin çalışmalar tecavüzün, özellikle yoksul ve toplumsal
ayrıcalıksız gruplardaki gençlerin gösterdiği şiddet içeren, yabancılaşmış
davranış biçimlerinden sadece biri olduğunu ortaya koyuyor. Brownmiller,
Amin’in Philadelphia polisinin kayıtlarına ilişkin çalışmasından oldukça
besleniyor. Şu bulguya ulaştığını ifade ediyor:
Philadelphia’daki
tecavüzcülerin yüzde 90’ı, “nitelikli işçiden işsize” doğru giden “meslek ölçeğinin
alt kısmında yer alıyor.” Philadelphia’daki tecavüzcülerin yarısının sabıkası
var ve bu kişilerin birçoğu, hırsızlık, gasp, çeşitli kabahatler ve saldırı
gibi olağan suçlardan oluşuyor. Bu sabıkaların sadece yüzde 9’u daha önce bir
tecavüzden dolayı tutuklandıkları için. Başka bir ifadeyle tecavüzcüler gençlerin
tipik suç kalıbı içinde yer alıyor.[32]
İleri tarihte yayımlanan bir FBI raporu da tutuklanan
tecavüzcülerin yüzde 70’inin geçmişte işledikleri bir suçtan sabıkası olduğunu ve
yüzde 85’inin, sıklığa göre sıralandığında; hırsızlık, saldırı, gasp, tecavüz
ve cinayet suçlarını tekrarladığını ortaya koyuyordu. Tecavüz denen şey eğer
buysa açıklaması nispeten kolaydır: Tecavüz, yoksul gençlerin şiddet dolu
yaşamının bir boyutudur. Brownmiller’in bu veriye odaklanması, feminist
siyasetin sınıftan uzaklaşmasında etkili bir figür olduğunu düşünürsek oldukça
ironik. Tecavüzün seksle alakalı olmadığı, sadece bir şiddet eylemi olduğu
biçimindeki kategorik varsayımı yaratan şey tam da “yabancı”nın tecavüzüne
yapılan bu vurguydu. Ne var ki mesele bundan daha karmaşık; birçok tecavüz bir
yanıyla seksle ilişkilidir. Sheila McGregor tecavüzü üçe ayırıyor: flört veya
tanıdık, evlilik içi ve yabancı.[33] Flört tecavüzüne ilişkin
kullandığı veriler, ABD’de ergenlerle beş yılda yapılan araştırmalara
dayanıyor. Bazı çalışmaların aksine kullanılan zorla cinsel ilişkinin tanımı
oldukça geniş tutulmuş: Cinsel organlara dokunma ve sözlü veya fiziksel
şiddetin baskı yaratmak. Bu tanıma göre yüzde 7 ila 9 arasındaki ergen kız üç
yıl zarfında bir biçimde cinsel saldırıya uğradığını bildirmiş. Bu çalışmayı
gerçekleştiren Ageton, bu rıza dışı cinsel eylemlerdeki tavır ve motivasyonları
şöyle özetliyor:
Bu
olayların anlatımına baktığımızda, erkeğin kadını sekse zorladığı klasik flört
kurgusunu görüyoruz. Bu olayların çoğunda sözlü baskı dışında bir şey yok ve
bunların büyük bir kısmı da başarısız oluyor.
Ms dergisinde
yayımlanan ve ABD’deki üniversite öğrencileri üzerine yapılan araştırmaya göre de
tecavüz veya tecavüz teşebbüsü kurbanı olan kadınların yüzde 25’inden fazlası
tecavüze uğradığını düşünmüyordu. Neredeyse yarısı aynı erkekle tekrar cinsel
ilişkiye girmişti. Bir kadını cinsel ilişkiye zorlayan erkeklerin yüzde 8’inin
yüzde 75’i, bir kadını istemediği bir cinsel ilişkiye asla zorlamadığını ifade
ediyordu. McGregor şu sonuca varıyor:
Bu, kadın
ve erkeklerin sekse bakışının nasıl farklılaştığını açıkça gösteriyor. Ayrıca
kadın erkek eşitsizliğinin, aralarındaki en yakın ilişkileri nasıl etkilediğini
de gösteriyor.
Bu ayrıca kadınların, önemsedikleri bir erkeğin onlara
tecavüz edebileceğini kabul etmesinin veya kadınların, tecavüzün adını
koymalarının ne kadar zor olduğunu da gösteriyor. Seks yapmazlarsa erkeğin bir
daha buluşmak isteyip istemeyeceğini bilmemenin ve günümüz gençlerinde evlilik
dışı cinsel ilişkiye dair özgür fikirlerin öne çıkmasıyla yayılan kadının
müsait olması beklentisinin yarattığı bir baskı var. Televizyon ve filmlerin
yarattığı genç erkek seks için çabalamıyorsa erkek değildir biçiminde bir algı
da var. Bütün bu çelişen fikir ve hisler, sekse dair bilgisizlik ve
tecrübesizlikle birleşince karşılıklı saygının yok olmasına ve tecavüze yol
açabiliyor. Bu tecavüz biçiminin cinsellikle ilgisi olmadığını söylemek,
gençler arasındaki cinsel ilişki dinamiklerini görmezden gelmektir. Seksi ve
müsait olmayan kadınların eksik olduğunu ima eden imajlara boğuluyorlar. Genç erkekler,
erkeklerin seksi kadından almaları gerektiği ve duygular ve şefkatin
tırsak kadınlar için olduğu düşüncelerini teşvik eden filmleri ve televizyonu
izliyor, kitap ve gazeteleri okuyorlar.[34] Flört ve tanıdıkların
cinsel ilişki için zorlaması ve tecavüz tabii ki seksin olmasını istediğimiz
şeye uymuyor, fakat kapitalizmin seksi getirdiği biçim böyle.
Her koşulda
bir şiddet eylemi olmayan bir diğer tecavüz biçimi de evlilik içi tecavüz.
Prichard’ın, “cinsel devrim” feministlerinin bile açıkça ele alamadığı
çetrefilli bir başlık olan eş tecavüzüyle ilgilendiğini ifade etmiştik:
Kadının boynuna eğildi. Karısının kollarını ve göğsünü
öfke ve açlıkla öpüyordu.
Elodie ondan uzaklaşıken “Greg!” diye yakarıyordu. Onun
karşı koyamayacağı bir güçle onu tutuyor ve eziyordu. “Yapma, yapma!
Yalvarıyorum” diye yalvarıyordu “Seni asla affetmem.”
Greg, onu yorup ve direncini kırarken acımasızca,
aldırmadan güldü. Elodie, zayıf ve yorgun yatarken şefkatli olmaya çalışmıştı,
saçlarını okşuyor ve “Elodie… Elodie, hayatım” diye fısıldıyordu.
Hareketsizliği ve çektiği acı Greg’e dert olmuştu. Müthiş
ölçüde çaresiz, akıl almaz bir yolla ihlal edilmiş görünüyordu. Onun için
gerçekten üzülmüştü.
“Elodie? Sorun ne hayatım? Ne oldu? Seni sevdiğimi
biliyorsun.”[35]
Erkeklerin kadınlar için aşk ve sahiplik arasında
yaşadığı kafa karışıklığıyla ilgileniyordu Prichard. Birbirlerini çok
seviyorlardı, büyük bir aşkla çocuk yapmışlardı. Fakat artık ilişkileri,
bireyselliklerini tüketiyordu. O dönemin kısıtlarıyla bağlı birçok kadın gibi
Elodie de sadece çocuklarına değil Greg’e karşı da sorumluluk hissediyordu. O
korkunç akşama rağmen, onunla yaşamına devam etti.
Kadınların sevgilileri veya kocalarıyla cinsel
ilişkilerine dair düşüncelerinden Diana Russell’ın aktardıkları, seks ve şiddet
ile rıza ve zor arasındaki muğlak ayrımları bir kez daha gösteriyor.
“Partnerinle rıza dışı başka bir cinsel deneyim yaşadın mı?” sorusuna bir kadın
“Evliyken buna cevap vermek zor… İstekli ve istek dışı arasında bir ayrım
yapmak güçleşiyor. Benden bu kadar deyip eve gidemiyorsunuz ki!” diye cevap
veriyordu. Kocasıyla yaptığı rıza dışı seksten bahseden başka bir kadın şöyle
diyordu:
Birini
böyle adlandırabilirim [zorla]. Bir diğeri de ne öyle ne böyleydi… ilk seferki
gibi değildi ama yine de kendisini bana dayattığını hissetmiştim. Galiba
aradaki fark erkek seks yapmak isteyip kadın istemediğinde erkeğin bunu
dayatması. Fakat burada öfke veya şiddet ya da kötülük yok; sadece canı bunu
istiyor.[36]
Araştırmalarda ortaya çıkan hisler tipik olarak böyle
ifade ediliyor. Birçok vakada kadın evliliğe dair beklentilerden dolayı seksi
reddedemeyeceğini hissettiğinden, kocası karısına tecavüz etmiş olabileceğini
aklından bile geçirmeyebilir. Davranışları tabi ki şefkatsiz ve kaba, eşlerinin
cinsel ihtiyaçlarını gözetmeyen ve umursamaz biçimde. Fakat bu rıza dışı cinsel
faaliyet (böyle adlandırıyorum çünkü birçok vakada kadınlar, bunu kabul
ettikleri için olan bitenin tecavüz olduğunu veya buna zorlandıklarını düşünmüyor)
biçiminin seksle alakası olmadığını söylemek; kadın ve erkeklerin, televizyon
reklamlarındaki mutlu, güler yüzlü bireysel yaşamlarla kıyaslandığında donuk ve
tatmin edici olmayan yaşamlar sürdüğü gerçeğinin üstünü örtmektir. Kadınların
sadece küçük bir kısmının cinsel saldırıya uğraması ve erkeklerin de küçük bir
kısmının bunu gerçekleştirmesi bir yönden şaşırtıcı. Bu olgu umut veriyor ve
hem erkek hem de kadın ezilenlerin, seks dahil her şeyi para ilişkisine
indirgeyen kapitalizmin saldırısı altında insani hislerini tamamen terk etmeyi
reddettiklerini bir kez daha gösteriyor.
[10] Simone
de Beauvoir, The Second Sex, Penguin, Ringwood, 1987 (birinci basım 1949),
“Sexual Initiation”, bölümü, s.392-423.
[11]
ibid., s. 93 & 97.
[12]
Susan Brownmiller, Against Our Will. Men, Women and Rape, Penguin, Ringwood,
1986, s.15.
[13]
ibid., s.380-82; evlilik içi tecavüzün hukuken tanınması gerekliliğiyle ilgili
sadece iki sayfa var.
[14] Bu
nedenle seksenlerin yazını, ev içi şiddetle özellikle ilgilenmeye başlamıştı.
Jocelynne Scutt, (der.), Violence in the Family, Australian Institute of
Criminoiogy, Canberra, 1980; Jocelynne Scutt, Even in the Best of Homes –
Violence in the Family, Penguin, Ringwood, 1983. Family Violence Professional
Education Taskforce, Family Violence. Everybody’s Business, Somebody’s Life,
The Federation Press, 1991; Jan Horsfall, The Presence of the Past: Male
violence in the family, Allen & Unwin, 1991; Heather McGregor & Andrew
Hopkins, Working for Change.
[15]
Brownmiller, Against Our Will, s.8.
[16] Dr.
J. Peter Bush, Rape in Australia. An Appraisal of Attitudes, Victims,
Assailants, Medicine and the Law, Sun Books, Melbourne, 1977, s.2-3.
[17]
Diana E.H. Russell, Rape in Marriage, Indiana University Press, 1990 (gözden
geçirilmiş geniş basım, ilk baskı 1982), s.xxii: “Ne Cinsel Saldırıya Karşı
Ulusal Birlik [National Coalition Against Sexual Assault (NCASA)] ne de ev içi
Şiddete Karşı Ulusal Birlik [National Coalition Against Domestic Violence
(NCADV)] eş tecavüzüyle ilgili bir açılış konuşması yapmıştı… 1989 yılındaki
NCASA olağan konferansında… eş tecavüzüne dair hiçbir şey yoktu.”
[18] Victoria
eyalet hukuku evlilik içi tecavüzü 1985 yılında suç kabul etti, fakat Güney
Avusturalya 1976’da yolu açmıştı. 1989’da eş tecavüzü sekiz ABD eyaletinde hala
suç olarak kabul edilmemişti, bkz. Russell, Rape in Marriage, s. 21-3.
[19]
ibid., s. 52-3.
[20] Birçok
araştırmada bu göz önüne alınmıyor, çünkü ya polis raporlarına ya sığınma
evlerinde kadınlara ya da yönlendirici sorulara verilen yanıtlara dayanıyor.
Bunların hiçbiri şiddet olayına ilişkin doğru bir resim sunmuyor: Bir maksatla
seçilen katılımcılar bütün nüfusu temsil edemez zira özgüvenli, kendini ifade
eden (dolayısıyla muhtemelen orta sınıf ve eğitimli) kadınlar hesaba katılmıyor.
Yalnızca saldırıları ihbar eden kadınlar tam bir örneklem olamaz çünkü, birçok
araştırmanın da mutabık olduğu gibi kadınların muhtemelen sadece üçte biri
polise gidiyor; ayrıca bu örneklem, Aborjinler gibi kimi grupların yaşadıkları
korkunç deneyimlerden dolayı polise gitmeyi hiç tercih etmeyebileceğini de
gözden kaçırdığından taraflı görünüyor. Bu sorunların bir özeti için bkz. Russell,
Rape in Marriage, bölüm 3.
[21]
Russell, Rape in Marriage, s. 74, s.96.
[22]
Carol O’Donnell & Heather Saville, “Sex and Class Inequality and Domestic
Violence”, içinde Jocelynne Scutt, Violence in the Family. Bu konuda veriler
çelişkili, sınıf meselesiyle aşağıda ilgileniyorum. Bununla beraber, görece net
sonuçlar veren çalışmalar da mevcut.
[23] Katharine
Susannah Prichard, Intimate Strangers, Angus & Robertson, Imprint Classic,
1990 (ilk baskı 1937), s.225.
[24]
“Women hating – an Australian talent”, The Bulletin, 8 Ekim 1991, s. 82.
[25]
Grabosky, Victims of Violence, s.9-10.
[26]
Diane Kirkby, “Violence in the Family”, içinde Family Violence, s.81.
[27]
McGregor, “Rape, pornography and capitalism”, s.16.
[28] Judith
Allen, bu yüzyıl dönemeci gibi erken bir dönemde bile kadınların şiddet
gördükleri evlilikleri terketmeye giderek meyilli olduklarını iddia ediyor.
Bunun nedenini kentleşme ve iyileşen iş olanakları olarak gösteriyor. Allen,
Sex & Secrets, s.126.
[29]
McGregor and Hopkins, Working for Change, s.3.
[30]
Brownmiller, Against Our Will, s.181-2. Philadelphia tecavüzcüleri,
Philadelphia’da yapılmış ve kendisinin, bölgedeki tecavüzcülerin iyi bir
profilini çıkardığını düşündüğü çalışmaya gönderme yapıyor.
[31]
ibid., s.209.
[32]
ibid., s.182.
[33] Takip
eden bulgular şuraya dayanıyor: McGregor, “Rape, Pornography and Capitalism”, s.15-20,
bu eserde şuralardan alıntı yapılıyor: S. Ageton, Sexual Assaults among
Adolescents, Lexington Massachusetts, 1985; R. Warshaw, I Never Called it Rape,
Ms Report, New York, 1988.
[34] Bu
yazıya ara verdiğim gece vaktinde bir James Bond filminin bir bölüm izledim, bu
sonuca varmamı görsel olarak kolaylaştıran bir deneyim oldu.
[35]
Prichard, Intimate Strangers, s.96.
[36]
Russell, Rape in Marriage, s.47-48.
*Çeviri,
bölümler halinde yayınlanacak.
Metnin İngilizce Orijinali: Bloodworth, Sandra (1992) “Rape, sexual violence and capitalism” Marxist Left Review No:5 https://marxistleftreview.org/articles/rape-sexual-violence-and-capitalism/ (Son erişim: 09.05.2021)
Çeviren: Deniz Ekim Düzenleyen: Nisanur
Atıcı
Yorumlar
Yorum Gönder