1. Eşitsiz ve Bileşik Gelişme Teorisi
Geri kalmış bir ülke, gelişmiş ülkelerin maddi ve
entelektüel ilerlemelerini benimser. Ancak bu, onların geçmişlerinin tüm
aşamalarını körü körüne takip edip yeniden ürettiği anlamına gelmez. Tarihsel
döngülerin tekrarı teorisi -Vico ve daha yeni takipçileri- eski kapitalizm
öncesi gelişimin yörüngelerinin gözlemine ve kısmen de kapitalist gelişimin ilk
deneylerine dayanır... Ancak kapitalizm, bu koşulların aşılması anlamına gelir.
İnsan gelişiminin evrenselliğini ve kalıcılığını hazırlar ve bir anlamda
gerçekleştirir. Bununla, farklı uluslar tarafından gelişme biçimlerinin tekrarı
dışlanmış olur. Gelişmiş ülkelerin peşinden gitmek zorunda kalsa da geri kalmış
bir ülke gelişmeleri aynı sırayla takip etmez. Tarihsel geri kalmışlığın ayrıcalığı -ve böyle bir
ayrıcalık vardır- bir dizi ara aşamayı atlayarak, belirli bir tarihten önce
hazır olan her şeyin benimsenmesine izin verir ya da daha doğrusu bunu zorunlu
kılar. Barbarlar, geçmişte
bu iki silah arasında uzanan yolu dolaşmadan, aynı anda yaylarını ve oklarını
tüfek uğruna atıyorlar. Amerika'daki Avrupalı sömürgeciler tarihe baştan başlamadılar. Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin artık ekonomik
olarak İngiltere'yi geride bırakmış olmaları, kapitalist gelişimlerinin çok
geriliğiyle mümkün olmuştur... Tarihsel olarak geri ulusların gelişimi, zorunlu
olarak tarihsel süreçte farklı aşamaların tuhaf bir kombinasyonuna yol açar. Bir
bütün olarak gelişimleri, plansız, karmaşık, birleşik bir karakter kazanır.
Ara basamakları atlama olasılığı elbette mutlak değildir.
Derecesi, uzun vadede ülkenin ekonomik ve kültürel yeterliliğine
göre belirlenir. Dahası, geri ulus, dışardan ödünç aldığı başarıları kendi daha
ilkel kültürüne uyarlama sürecinde sıklıkla yozlaştırır. Burada asimilasyon
süreci kendisiyle çelişen bir karakter kazanıyor. Böylece, Batı tekniğinin ve eğitiminin belirli
unsurlarının, her şeyden önce I. Peter yönetiminde askeri ve endüstriyel olarak
tanıtılması, serfliğin güçlenmesine yol açtı... Avrupa silahlanması ve Avrupa
kredileri -her ikisi de daha yüksek bir kültürün şüphe götürmez ürünleri-
Çarlığın güçlenmesine yol açtı ve bu da ülkenin gelişimini geciktirdi.
Tarihin yasalarının kılı kırk yaran şematiklikle hiçbir
ortak yanı yoktur. Tarihsel sürecin en genel kanunu olan eşitsizlik, kendisini en keskin ve
karmaşık biçimde geri ülkelerin kaderinde ortaya çıkarır. Dışsal zorunluluğun kamçısı altında, geri kültürleri
sıçramalar yapmaya mecburdur. Evrensel eşitsizlik yasasından, böylece, daha iyi bir
isim olmadığı için, birleşik gelişme yasası diyebileceğimiz başka bir yasa
çıkar -bununla ayrı adımların bir araya getirilmesi, daha çağdaş biçimlerle
arkaik bir karışımı kastediyoruz. Bu yasa olmadan, elbette tüm maddi içeriğiyle ele
alınacak olursa, Rusya'nın ve ikinci, üçüncü veya onuncu kültürel sınıftan
herhangi bir ülkenin tarihini anlamak gerçekten imkansızdır. [History of the
Russian Revolution, s.24-6]
"Sınai olarak daha gelişmiş ülke, daha az gelişmiş
olana yalnızca kendi geleceğinin imajını gösterir." Marx'ın, metodolojik olarak çıkış noktasını bir bütün
olarak dünya ekonomisinden değil, bir tür olarak tek kapitalist ülkeden alan bu
açıklaması, kapitalist evrimin önceki kaderi ve endüstriyel düzeyi ne olursa
olsun tüm ülkeleri kucaklamasıyla orantılı olarak daha az uygulanabilir hale
geldi. İngiltere, zamanında Fransa'nın geleceğini, Almanya geleceğinin bir kısmını
açığa çıkardı, Rusya ve Hindistan'ınkini ise hiç [History of the Russian
Revolution: Appendix II, Vol.III s.378].
Bilgiçler… bir kapitalist ulusun tarihinin, başka
herhangi bir kapitalist ulusun tarihinde, daha büyük veya daha küçük
farklılıklarla kendini tekrar etmesi gerektiğine inanırlar.
Bu bilgiçlerin göremediği şey, dünyanın şu anda
karşılaştığı tüm ülkeleri içine alan ve içlerinde kapitalizmin yerel ve genel
koşullarını birleştiren bir sosyal karışım yaratan birleşik bir kapitalist
gelişme sürecinden geçtiğidir. Bu karışımın gerçek doğası, tarihsel klişeleri söyleyerek
değil, yalnızca materyalist bir analiz uygulayarak belirlenebilir. [1905, The
Social and Political Thought of Leon Trotsky'de alıntılanmıştır, Baruch
Knei-Paz, s.88]
Tarih tekerrür etmez. Rus Devrimi ile Büyük Fransız Devrimi karşılaştırılsa da ilki
asla ikincisinin tekrarına dönüştürülemez. 19. yüzyıl boşuna geçmedi [Results and Prospects, New
Park Publications, s.184].
Genel olarak aşamaların atlanamayacağını söylemek
saçmadır. Fiili
tarihsel süreç, her zaman, bütünüyle, yani en geniş kapsamıyla ele alındığında,
gelişim sürecinin bileşen parçalarına teorik olarak ayrışmadan türeyen izole
edilmiş 'aşamalar'ın üzerinden atlar. Aynısı, kritik anlarda devrimci politikadan talep
edilmektedir. Devrimci
ile kaba bir evrimci arasındaki ilk ayrımın, bu tür anları tanıma ve kullanma
kapasitesinden geçtiği söylenebilir [Permanent Revolution s.116].
Kitlelerin gelişiminde gerçek, yani nesnel olarak
koşullandırılmış aşamaları atlamaya yönelik her girişim, politik maceracılıktır
[Permanent Revolution s.117-8].
Toplumsal gelişmenin uyumluluğu varsayımından yola
çıkılmamalıdır. Stalin'in
nazik teorik kucaklamalarına rağmen, eşitsiz gelişme yasası hala yaşıyor.
Bu kanunun hükmü sadece ülkelerin birbirleriyle
ilişkilerinde değil, aynı ülke içindeki çeşitli süreçlerin karşılıklı
ilişkilerinde de işler. İktisat ve siyasetin eşitsiz süreçlerinin uzlaşması ancak dünya ölçeğinde
sağlanabilir [Permanent Revolution s.131].
2. Tarihsel Bir Süreç Olarak Dünya Pazarının Yayılması
Gezegenimizin tamamı, toprak ve su alanları, yeryüzü ve
alt toprağı bugün, çeşitli parçalarının birbirine bağımlılığı çözülmez hale
gelen dünya çapında bir ekonomi için bir alan sağlıyor [The Age of Permanent
Revolution: a Trotsky Anthology, Deutscher, (der.), s.71].
... emperyalizm çağında, tekil ülkelerin kaderine her
ülkenin kendi ulusal özellikleriyle dahil ve tabi olduğu bir bütün olarak küresel
gelişmenin eğilimlerini ele alarak yaklaşmak gerekir [The Third International
After Lenin, Pathfinder NY 1970, s.42].
Dünya ekonomisi, farklı kalkınma seviyelerindeki ülkeleri
ve kıtaları karşılıklı bağımlılık ve karşıtlık sistemine bağlayarak,
gelişimlerinin çeşitli aşamalarını eşitleyerek ve aynı zamanda aralarındaki
farklılıkları derhal artırarak ve bir ülkeyi diğerine acımasızca dengeleyerek
münferit ülkelerin ve kıtaların ekonomik yaşamına egemen olan güçlü bir
gerçeklik haline geldi. [The Third International After Lenin, Pathfinder NY
1970, s.5]
Tüm insanlık tarihi, eşitsiz gelişme yasasına tabidir.
Kapitalizm, her birini derin iç çelişkileriyle birlikte,
farklı gelişim aşamalarında insanlığın çeşitli kesimlerine rastlar.
Ulaşılan seviyelerdeki aşırı çeşitlilik ve çeşitli çağlar
boyunca insanlığın farklı kesimlerinin gelişme hızındaki olağanüstü eşitsizlik,
kapitalizmin başlangıç noktası olarak işe yarıyor.
Kapitalizm, miras kalan eşitsizlik üzerinde ancak
kademeli olarak, onu kırıp değiştirerek, kendi araç ve yöntemlerini kullanarak
hakimiyet kazanır. Kapitalizm, kendisinden önceki ekonomik sistemlerin aksine, doğası gereği
ve sürekli olarak ekonomik genişlemeyi, yeni bölgelere nüfuz etmeyi, ekonomik
farklılıkların üstesinden gelmeyi, kendi kendine yeten taşra ve ulusal
ekonomilerin bir finansal ilişkiler sistemine dönüştürülmesini hedefler.
Böylelikle onların yakınlaşmasını sağlar ve en ileri ve
en geri ülkelerin ekonomik ve kültürel düzeylerini eşitler.
Bu ana süreç olmadan, önce Avrupa'nın Büyük Britanya ile,
sonra da Amerika'nın Avrupa ile göreceli olarak dengelenmesini, kolonilerin
sanayileşmesini, Hindistan ile Büyük Britanya arasındaki azalan uçurumu
düşünmek imkânsız olurdu…
Ülkeleri ekonomik olarak birbirine yaklaştırarak ve
gelişme aşamalarını düzleştirerek kapitalizm, ama kendi yöntemleriyle, yani
kendi işini sürekli olarak baltalayan, bir ülkeyi ve bir sanayi dalını diğerine
karşı koyan anarşist yöntemlerle işler, dünya ekonomisinin bazı bölümlerini
geliştirirken diğerlerinin gelişimini engeller ve geciktirir.
Sadece, her ikisi de kapitalizmin doğasından kaynaklanan
bu iki temel eğilimin ilişkisi bize tarihsel sürecin canlı dokusunu açıklar...
Emperyalizm, evrensellik, nüfuz edilebilirlik,
hareketlilik ve emperyalizmin itici gücü olarak finans kapitalin oluşumunun tehlikeli
hızı sayesinde, bu iki eğilime de güç katar. Emperyalizm, münferit ulusal ve kıtasal birimleri
karşılaştırılamayacak kadar hızlı ve derin bir şekilde tek bir varlığa bağlar,
onları birbirlerine en yakın ve en hayatî bağımlılığa getirir ve ekonomik
yöntemlerini, sosyal biçimlerini ve gelişme düzeylerini daha özdeş hale
getirir. Aynı
zamanda bu 'hedef'e böylesi uzlaşmaz yöntemlerle, kaplan sıçrayışlarıyla, dünya
ekonomisinin birleşme ve eşitlenmesinin etkilediği ve daha önceki dönemlerden
çok daha şiddetli ve kasıntılarla altüst ettiği geri ülke ve bölgeleri yağmalayarak
ulaşır.
Çeşitli ülkelerin eşitsiz veya düzensiz gelişimi, dört
yıllık katliamın hemen ardından birbirleriyle kömür, ekmek, yağ, barut ve
pantolon askısı mübadele etmeye zorlanan bu ülkeler arasındaki ekonomik bağları
ve karşılıklı bağımlılıkları daima bozmaya çalışır fakat asla yok etmez.
Bir yandan eşitsizlik, yani düzensiz tarihsel gelişme,
proleter devrimi ulusların birbiri ardına devrimcileşeceği bir döneme yayar; öte
yandan, uluslararası işbölümüne doğru gelişen birkaç ülkenin organik karşılıklı
bağımlılığı, bir ülkede sosyalizmi inşa etme olasılığını dışlar [The Third
International After Lenin, Pathfinder NY 1970, s.19-22]
Böylelikle, dünya burjuvazisinin kendi devlet sisteminin
istikrarını istikrarsız burjuva öncesi gericiliğin siperlerine derinden bağımlı
hale getirdiğini görüyoruz. Bu, şu an gelişen olaylara anında uluslararası bir
karakter kazandırır ve geniş bir ufuk açar [Results and Prospects, New Park
Publications, p.240].
Rus kapitalizminin çöküşü, evrensel toplumsal oluşumdaki
yerel bir çığdı [History of the Russian Revolution: Appendix II, Vol. III, s.379].
... tam da Birleşik Devletler'in uluslararası gücü ve bundan
kaynaklanan karşı konulamaz genişlemesi, tüm dünyanın cephaneliklerini kendi yapısının
temellerine, yani Doğu ile Batı arasındaki tüm uzlaşmazlıkları, eski Avrupa'da
sınıf mücadelesi, sömürge kitlelerinin ayaklanmaları ve tüm savaşlar ve
devrimleri, dahil etmeye zorlar. ... bu, Kuzey Amerika kapitalizmini modern
çağın sürekli olarak karasal dünyanın her köşesinde 'düzen'in sürdürülmesiyle
daha çok ilgilenen temel karşı-devrimci gücüne dönüştürür… [The Third
International After Lenin, Pathfinder NY 1970, s.8]
3. Çarlık Rusya Örneği
...Batı’nın yüksek kültürünün etkisi ve baskısı altında Rusya’nın
gelişmesinin şüphe götürmez ve reddedilemez gecikmesi, Batı Avrupa tarihi
sürecinin basit bir tekrarına değil, bağımsız çalışma gerektiren derin özgüllüklerin
yaratılmasına yol açar [History of the Russian
Revolution, Appendix 1, Vol 1, p.464].
Rus düşüncesi, tıpkı Rus ekonomisi gibi, Batı'nın daha
yüksek düşüncesinin ve daha gelişmiş ekonomilerinin doğrudan baskısı altında
gelişti [Results
and Prospects, New Park Publications, s.173].
Tarihsel gelişimimizin bu muazzam özgüllüğünü görmemek,
tüm tarihimizi görmemek demektir. [History of the Russian
Revolution, Appendix 1, Vol 1, s.466].
İnsani gelişme: İnsanların çiğ balık yediği ve ağaçlara
tapındığı kuzey ormanlarının ilkel vahşetinden kapitalist şehrin en modern
sosyal ilişkilerine... Avrupa’daki en güçlü sanayi Avrupa'daki en geri tarıma
dayalıdır. Kendi
ülkesinin tarihsel ilerlemesini durdurmak için teknik ilerlemenin tüm
kazanımlarını kullanan, dünyadaki en devasa hükümet aygıtı. [1905, The Social
and Political Thought of Leon Trotsky'de alıntılanmıştır, Baruch Knei-Paz,
s.77]
İlkellik ve geri kalmışlık burada cennete haykırıyor... En
ilkel başlangıçlar ve en güncel Avrupa sonları... [History of the Russian
Revolution, Appendix 1, Vol 1, s. 468]
...Rusya'da kapitalizm, zanaat sisteminden gelişmedi.
Kapitalizm Rusya’yı bütün Avrupa’nın ekonomik kültürüyle
beraber ve onu rakibi kılarak, biçare köylü zanaatkar ya da biçare kasabalı
zanaatkarla ve yarı dilenci kıldığı köylüden yedek işçi ordusu yaratarak
fethetti. Mutlakıyet, ülkeyi kapitalizmin prangalarıyla sıkıştırmaya çeşitli biçimlerde
yardımcı oldu.
İlk olarak, Rus köylüsünü dünyanın borsalarının bir kolu
haline getirdi... Avrupa borsası,
mutlakıyetin sürdürülmesiyle doğrudan ilgileniyordu, çünkü başka hiçbir hükümet
böylesi bir faiz getirisini garanti edemezdi...
Avrupa sermayesi, bu geri ülkeyi iktisaden
köleleştirerek, ana üretim kollarını ve iletişim yöntemlerini, menşe
ülkelerinde geçmek zorunda olduğu bir dizi ara teknik ve ekonomik aşamaya
yansıttı. Ancak
ekonomik tahakkümü yolunda ne kadar az engelle karşılaşırsa siyasi rolü o kadar
önemsiz hale geldi. [Results and Prospects, New Park Publications, s.181-2]
Gelişen burjuva toplumunun Batı'nın siyasi kurumlarına
ihtiyaç duymaya başladığı anda, otokrasi Avrupa Devletlerinin tüm maddi gücüyle
silahlanmış olduğunu kanıtladı [Results and Prospects, New Park Publications, s.175]
Dolayısıyla asıl mesele, Rusya'nın dört bir yandan
düşmanlarla çevrili olması değildi. Bu tek başına durumu açıklamıyor... [Results and
Prospects, New Park Publications, p.170]
…İki aşamanın niceliksel daralması o kadar büyüktü ki,
ulusun tüm sosyal yapısında tamamen yeni bir nitelik ortaya çıkardı.
Siyasetteki bu yeni "niteliğin" en çarpıcı
ifadesi Ekim Devrimi'dir. [Permanent Revolution]
Son tahlilde Ekim devrimini Rusya’nın geri kalmışlığına
değil, bileşik gelişim yasasına bağladık. Tarihsel mantık ne çıplak geri kalmışlığı ne de kimyasal
olarak saf ilerlemeyi tanır. Hepsi somut bir ilişkisellik meselesi.
İnsanlığın bugünkü tarihi 'paradokslarla' doludur, geri
bir ülkede proletarya diktatörlüğünün ortaya çıkması kadar muazzam değil belki
de ama benzer tarihsel tiptedir bunlar... Skolastik, ukala bir şekilde tek yönlü ya da çok kısa
ulusal kriterler çağımızda işe yaramıyor. Küresel gelişim Rusya'yı geri kalmışlığından ve
Asyalılığından zorla çıkardı. Bu gelişme ağının dışında, daha kaderinde gelecekte ne
yazdığı belirsizdir [History of the Russian Revolution: Appendix II, Vol. III].
Eşitsiz, düzensiz gelişme, böylece en geri emperyalist
ülkenin proletaryasını iktidarı ilk ele geçirenler olmaya zorladı.
Daha önceleri, tam da bu nedenle işçi sınıfının 'en zayıf
halkasının' sosyalizme doğru ilerlemesinde geri kalmışlığımızın üstesinden
gelmemizden çok önce iktidarı ele geçirmiş olan ama sadece bizi aşmakla kalmayacak,
en yüksek dünya teknolojisi ve uluslararası işbölümü temelinde gerçek sosyalist
inşa noktasına götürmek için bizi de beraberinde taşıyacak ve iktidarı ele
geçirmeyi daha zor keşfedecek olan gelişmiş ülkelerin proletaryasına kıyasla en
büyük zorluklarla karşılaşacağı öğretilmişti. Ekim Devrimi'ne giriştiğimizde
bizim fikrimiz buydu [The Third International After Lenin, Pathfinder NY 1970, s.56].
4. Marksist Yöntem ve 'Diyalektik'
Marksizm her şeyden önce bir analiz yöntemidir -metinlerin
analizi değil, sosyal ilişkilerin analizi... [Results and Prospects, New Park
Publications, s.196]
Sovyet rejimini geçiş ya da ara olarak tanımlamak,
kapitalizm (ve dolayısıyla 'devlet kapitalizmi') gibi bitmiş toplumsal
kategorileri ve ayrıca sosyalizmi terk etmek anlamına gelir...
Sovyetler Birliği, kapitalizm ile sosyalizm arasında yarı
yolda bulunan çelişkili bir toplumdur... Doktrinerler şüphesiz bu varsayımsal tanımla tatmin
olmayacaklardır. Onlar kategorik
formüller ister... Toplumsal olgular her zaman bitmiş bir karaktere sahip olsaydı, sosyolojik
sorunlar kesinlikle daha basit olurdu. Bununla birlikte, bugün planınızı ihlal eden ve yarın onu
tamamen tersine çevirebilecek unsurları mantıksal bütünlük uğruna gerçekliğin
dışına atmaktan daha tehlikeli bir şey yoktur. Analizimizde, her şeyden önce, emsali ve benzerlikleri
olmayan dinamik toplumsal oluşumlara zarar vermekten kaçındık.
Siyasi olduğu kadar bilimsel görev, bitmemiş bir sürece
bitmiş bir tanım vermek değil, ama tüm aşamalarını takip etmek, ilerlemesini
gerici eğilimlerinden ayırmak, karşılıklı ilişkilerini ortaya çıkarmak,
gelişmenin olası çeşitlerini öngörmek ve bu öngörüde eylem için bir temel
bulmaktır [The Age of Permanent Revolution: a Trotsky Anthology, Deutscher, (der.),
s.161-2].
Diyalektik ne kurgu ne de mistisizmdir ancak, hayatın
günlük sorunlarıyla sınırlı olmadığı daha karmaşık ve yıpranmış süreçleri
anlamaya çalıştığı sürece düşünme biçimlerimizin bilimidir...
Burada sorunun özünü çok kısa bir biçimde özetlemeye
çalışacağım. Aristotelesçi
temel kıyas mantığı, "A, A'ya eşittir" önermesinden başlar.
Bu varsayım, çok sayıda fiili insan eyleminin ve temel
genellemelerin önermesi olarak kabul edilir. Fakat gerçekte A, A'ya eşit değildir.
Bu iki harfi bir mercek altında gözlemlersek bunu-kanıtlamak
kolaydır, zira birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Ancak, kişi itiraz edebilir, çünkü bunlar yalnızca eşit
miktarlar örneğin yarım kilo şeker imleyen semboller oldukları için, soru
harflerin boyutu veya biçimi değildir. Bu itiraz konu dışıdır; gerçekte bir
pound şeker asla bir pound şekere eşit değildir -daha hassas bir ölçek her
zaman bir farkı ortaya koyar. Yine itiraz edilebilir: ama yarım kilo şeker kendisine
eşittir. Bu da
doğru değil -tüm bedenler boyut, ağırlık, renk vb. bakımından kesintisiz olarak
değişir. Asla kendilerine
eşit değildirler. Bir
sofist, "herhangi bir anda" yarım kilo şekerin kendisine eşit
olduğunu söyleyecektir. Bu "önermenin" son derece şüpheli pratik değerinin yanı sıra,
teorik eleştiriye de karşı koymaz bu. "An" kelimesini gerçekten nasıl kavramalıyız?
Parçalara ayrılamayan bir zaman aralığı ise, o zaman bir
litre şeker o “an” boyunca kaçınılmaz değişikliklere maruz kalır.
Yoksa "an" tamamen matematiksel bir soyutlama
mı, yani zamanın sıfırı mı? Ama her şey zamanla var olur; ve varoluşun kendisi
kesintisiz bir dönüşüm sürecidir; sonuç olarak zaman varoluşun temel bir
unsurudur. Bu
nedenle, "A eşittir A" önermesi, bir şeyin değişmemesi yani var
olmaması durumunda kendisine eşit olduğunu belirtir.
İlk bakışta bu "inceliklerin" işe yaramaz
olduğu anlaşılıyor. Gerçekteyse belirleyici öneme sahiptirler. "A eşittir A" önermesi bir yandan tüm bilgimiz
için hareket noktası, diğer yandan bilgimizdeki tüm hatalar için hareket
noktası olarak görünür. “A eşittir A” aksiyomunun dokunulmaz bir şekilde kullanılması ancak belirli
sınırlar içinde mümkündür. A'daki nicel değişiklikler eldeki görev için ihmal
edilebilir olduğunda, A'nın A'ya eşit olduğunu varsayabiliriz.
Bu, örneğin, bir alıcının ve bir satıcının yarım kilo
şekeri değerlendirme biçimidir. Güneş’in sıcaklığını da aynı şekilde değerlendiririz.
Yakın zamana kadar doların satın alma gücünü de aynı
şekilde düşünüyorduk. Ancak belirli sınırların ötesindeki nicel değişiklikler, nitel olanlara
dönüştürülür. Su veya gazyağı etkisine maruz kalan bir kilo şeker, yarım kilo
şeker olmaktan çıkar. Bir başkanın elinde bir dolar, dolar olmaktan çıkar. Niceliğin niteliğe dönüştüğü kritik noktayı doğru anda
belirlemek, sosyoloji de dahil olmak üzere tüm bilgi alanlarında en önemli ve
zor görevlerden biridir.
Her işçi, tamamen eşit iki nesne yapmanın imkânsız
olduğunu bilir. Pirincin
koni yataklarına yerleştirilmesinin açıklamasında, koniler için belirli
sınırların ötesine geçmemesi gereken belirli bir sapmaya izin verilir (buna
"tolerans" denir). Tolerans normları gözetilerek koniler eşit kabul edilir.
(A, A'ya eşittir.) Tolerans aşıldığında miktar kaliteye geçer; başka bir deyişle, koni
yatakları daha aşağı veya tamamen değersiz hale gelir.
Bilimsel düşüncemiz, teknikler dahil genel pratiğimizin
yalnızca bir parçasıdır. Kavramlar için, "A eşittir A" önermesinden
çıkan biçimsel mantıkla değil, her şeyin her zaman değiştiği önermesinden çıkan
diyalektik mantıkla kurulan "tolerans" da vardır.
'Sağduyu', sistematik olarak diyalektik 'tolerans'ı
aşması gerçeğiyle karakterize edilir.
Kaba düşünce, kapitalizmin kapitalizme, ahlakın ahlaki
değerlere eşit olduğunu varsayarak kapitalizm, ahlak, özgürlük, işçi devleti
vb. gibi kavramlarla sabit soyutlamalar olarak çalışır. Diyalektik
düşünme, her şeyi ve olayları
sürekli değişimlerinde analiz ederken,
A'nın A olmaktan çıktığı,
bir
işçi devletinin bir işçi devleti
olmaktan çıktığı kritik sınırın ötesine
geçerek, bu değişikliklerin maddi koşullarında belirler.
Kaba düşüncenin temel kusuru, sonsuz hareketten oluşan
bir gerçekliğin hareketsiz izleriyle yetinmeyi istemesinde yatmaktadır.
Diyalektik düşünme, kavramlara daha yakın yaklaşımlar,
düzeltmeler, somutlaştırmalar yordamıyla içerik zenginliği ve esneklik verir; Hatta
onları bir dereceye kadar gerçekleşen olaylara yaklaştıran bir özlülük
diyebilirim. Genel
olarak kapitalizm değil, belirli bir gelişme aşamasında belirli bir kapitalizm.
Genel olarak bir işçi devleti değil, emperyalist bir çevreleme
içinde geri kalmış bir ülkede belirli bir işçi devleti vb.
Diyalektik düşünme, bir sinema filminin durağan bir
fotoğrafla ilişkilendirilmesi gibi kaba düşünceyle ilişkilidir.
Sinema filmi hareketsiz fotoğrafı dışlamaz, ancak hareket
yasalarına göre bir dizi fotoğrafı birleştirir. Diyalektik kıyaslamayı inkâr etmez, ancak bize
kıyaslarımızı, anlayışımızı ebedi olarak değişen gerçekliğe yaklaştıracak
şekilde birleştirmeyi öğretir. Hegel, Mantık [Bilimi] [1812-16] adlı eserinde bir dizi
yasa oluşturdu: niceliğin niteliğe dönüşmesi, çelişkiler yoluyla gelişme,
içerik ve biçim çatışması, sürekliliğin kesintiye uğraması, olasılığın
kaçınılmazlığa dönüşmesi vb. daha temel görevler için basit kıyaslama kadar
teorik düşünce için de önemlidir.
Hegel, Darwin'den ve Marx'tan önce yazdı.
Fransız Devrimi'nin düşünmeye verdiği güçlü dürtü
sayesinde Hegel, bilimin genel hareketini öngördü. Ancak bu sadece bir öngörü olduğu için, bir dâhi olsa da,
Hegel'den idealist bir karakter almıştı. Hegel, nihai gerçeklik olarak ideolojik gölgelerle
hareket etti, Marx, bu ideolojik gölgelerin hareketinin, maddi bedenlerin
hareketinden başka hiçbir şeyi yansıtmadığını gösterdi.
Kökleri ne cennette ne de “özgür irademizin”
derinliklerinde değil, nesnel gerçeklikte, doğada olduğu için diyalektiğimize
“materyalist” diyoruz. Bilinç; bilinçdışından, psikolojiden fizyolojiden, organik dünya inorganik
dünyadan, güneş sistemi bulutsulardan doğdu. Bu gelişme merdiveninin tüm basamaklarında, nicel
değişiklikler nitel hale dönüştürüldü. Diyalektik düşünceyi de içeren düşüncemiz, değişen
maddenin ifade biçimlerinden yalnızca biridir. Bu sistemde ne tanrıya ne şeytana ne ölümsüz ruha, ne de
ebedi hukuk ve ahlâk normlarına yer vardır. Doğanın diyalektiğinden doğan düşünme diyalektiği, sonuç
olarak tamamen materyalist bir karaktere sahiptir.
Türlerin evrimini nicel dönüşümleri nitel hale getirerek
açıklayan Darwinizm, organik madde alanında diyalektiğin en büyük zaferiydi.
Bir başka büyük zafer, kimyasal elementlerin atom
ağırlıkları tablosunun keşfi ve ayrıca bir elementin diğerine dönüşmesiydi.
Bu dönüşümlerle (türler, elementler, vb.) sosyal
bilimlerde olduğu gibi doğal bilimde de eşit derecede önemli olan sınıflandırma
sorunu yakından bağlantılıdır. [İsveçli doğa bilimci Carolus] Linnaeus’un sistemi (on
sekizinci yüzyıl), başlangıç noktası olarak türlerin değişmezliğini kullanan,
bitkilerin dış özelliklerine göre tanımlanması ve sınıflandırılmasıyla sınırlıydı. Botaniğin emekleme dönemi, mantığın çocukluk dönemine
benzer, çünkü düşüncemizin biçimleri yaşayan her şey gibi gelişir.
Yalnızca sabit türler fikrinin kesin bir şekilde
reddedilmesi, yalnızca bitkilerin evrim tarihinin ve anatomilerinin incelenmesi
gerçekten bilimsel bir sınıflandırmanın temelini hazırladı.
Darwin'den farklı olarak bilinçli bir diyalektikçi olan Marx,
üretici güçlerinin ve toplumun anatomisini oluşturan mülkiyet ilişkilerinin
yapısının gelişiminde insan toplumlarının bilimsel sınıflandırmasının temelini
keşfetti. Marksizm,
toplumların ve devletlerin günümüzde dahi üniversitelerde alıcı bulan kaba
betimleyici sınıflandırmasını, materyalist diyalektik sınıflandırmasıyla değiştirdi.
Hem işçi devleti kavramını hem de çöküş anını doğru bir
şekilde belirlemek ancak Marx'ın yöntemini kullanarak mümkündür.
Görüldüğü üzere bütün bunlar, cahil kibrinin iddia ettiğinin
aksine "metafizik" veya "skolastik" hiçbir şey içermiyor.
Diyalektik mantık, çağdaş bilimsel düşüncede hareket
yasalarını ifade eder. Bilakis, materyalist diyalektiğe karşı mücadele uzak bir geçmişi,
küçük burjuvazinin muhafazakârlığını, üniversite bağnazlarının kendini
beğenmişliğini ve... ahiret hayatı için bir umut kıvılcımını ifade eder.
["The ABC of Materialist Dialectics", I.
Deutscher tarafından düzenlenen The Age of Permanent Revolution'den alıntı]
Hayat rasyonalizmi benden temizledi ve bana diyalektiğin
işleyişini öğretti. [My Life: An attempt at an Autobiography, s.95]
Metnin İngilizce Aslı: Selections from Trotsky’s Works, Uneven And Combined Development: Theorising the International, https://unevenandcombineddevelopment.wordpress.com/selections/ (Son erişim: 22.05.2021)
Çeviren: Yasir
Safa Doğancil
Yorumlar
Yorum Gönder