Ana içeriğe atla

Herkese Ait Bir Tutku: Futbol

 




Geçtiğimiz hafta, futbol ile ilgilenen herkesin bir köşesinden tartıştığı bir konu gündeme geldi: Avrupa Süper Ligi. Bu fikir geniş ve uzun bir arka plana sahip olmakla birlikte bir gece ansızın kaleme alınan bir metin ile on iki futbol kulübünün imzasını taşıyarak resmi kanallarca deklare edildi. Bu on iki Avrupalı takım, elbette “sıradan” takımlar değil, Avrupa’nın en zengin on iki takımıydı. Meşruiyet zeminleri ise özellikle pandemi ile derinleşen ekonomik buhran kıskacında pastadan istedikleri payı alamamaktı. Öncü kulüplerden Real Madrid’in başkanı Perez’in dile getirdiği gibi onlar futbolun her şeyiydi ve onlar yoksa futbol da yoktu. Pandemi onları yok olmaya mahkum etmişti ve bu girişim ile birlikte futbol yeniden hak ettiği yerlere gelecekti. Peki gerçekten böyle olacak mıydı?

Böyle olmadığı, bu on iki kulübün taraftarlarının; sporcularının; teknik heyet ve camialarındaki önemli isimlerinin büyük çoğunluğunun yaptığı açıklamalar ile kendini gösterdi. Sadece bununla da sınırlı kalmadı, dünyanın dört bir yanından taraftarlar bu fikre karşı çıktılar. İlk elden bakılınca taraftarların her hafta Barcelona-Manchester City gibi büyük maçları izlemeyi reddetmesi çılgınlık gibi görülüyor ancak bu futboldan ne beklediğinize göre değişir.

Bunun üzerine kafa yormak oldukça elzem çünkü aslında kulüp sahiplerinin/patronların çıkarlarına ters düşen bu reddin altında yatanın yalnızca on iki kulübe mesafeli olmakla alakası olmadığı; bu kulüplerin bileşenlerinden gelen yoğun itirazla da birlikte çok açık bir şekilde ortada. Bunun üzerine kafa yormak oldukça elzem çünkü futbolu tekrar kazanmanın mümkün olduğunu kanıtlayan bir başkaldırıydı bu reddediş. Futbol dünyası bunu görmüş oldu. Patronlar geri adım attı, taraftarlarından özür dilemek zorunla kaldı ve bu fikir suya düştü.

Avrupa Süper Ligi, İngiltere’den altı, İspanya’dan ve İtalya’dan üçer takıma, üç kurucu üyenin daha eklenmesi ile on beş kurucu üyeye sahip olacak ve her sene kriterlere göre davet edilecek beş takımla birlikte yirmi takımlı bir formata bürünecekti. Avrupa’nın en iyi yirmi takımı kendilerini bu dev arenada göstereceklerdi. Dev finans kuruluşu JP Morgan baş yatırımcı olacak, kulüplere sadece katılım ücreti olarak yaklaşık 300 Milyon dolarlık bir finansal destek sağlayacaktı. Bu detaylar ortaya çıkar çıkmaz UEFA ve FIFA bir dizi yaptırım uygulayacağını açıkladı. Bunlar başlangıçta ASL (Avrupa Süper Ligi) içinde yer alacak takımların kendi liglerinde mücadele edemeyeceğiydi; ardından bu takımlarda oynayan futbolcuların milli takımlarda forma giyemeyeceği ve yabancı futbolcuları transfer edemeyeceği yaptırımları ortaya çıktı. Devletlerin yetkilileri de bu tartışmaya katıldı, Boris Johnson bu müsabakanın hiçbir maçının Britanya topraklarında oynanamayacağını duyurdu ve bununla ilgili bir yasa çıkaracaklarını ilan etti. UEFA; FIFA; Boris Johnson örneğindeki gibi devlet yetkililerinin aldığı bu kararların caydırıcılığı açıkça ortaya çıktı. Buna futbolun bileşenleri taraftarların, futbolcuların, teknik sorumluların ve camiaların önemli isimlerinin tepkileri de eklenince ASL fikri hemen suya düştü. Şimdi özlediğimiz Şampiyonlar Ligi müziğini tekrar hak ettiği şekilde duyacağımız için mutluyuz(!)

Yukarıda da belirtiliği gibi bu fikrin suya düşmesi futbolu tekrar kazanmak için tartışılması elzem bir konu. Çünkü bu fikre karşı çıkan taraftarlar aslında bilerek ya da bilmeyerek Şampiyonlar Ligi marşını/müziğini duymaya devam etmeyi arzulamıyorlar. Bu fikre karşı çıkmanın temel noktası, futbolun ta kendisi. Futbol, iki taştan kale yapılarak bir kağıt birikintisini bant ile yapıştırmak suretiyle topa çevirip oynayabildiğimiz bir oyun. Futbol birilerinin değil, herkesin oyunu. Futbol doğan çocukların tutkusu, akşam işinden gelen çalışanın ekran karşısında stresini attığı bir araç. Futbol para vermek zorunda olmadığımız ya de en azından zorunda olmamamız gereken; bize ait olan bir kale. Bu sözler romantik gelebilir ancak futbolun kendisi romantik bir başkaldırı. ASL fikrinin suya düşürülmesi ise endüstriyel futbola romantik bir başkaldırı.

Futbol üzerine sayfalarca güzelleme, neden bize; yani herkese ait olduğuna dair çokça şey yazılabilir. Ancak asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, Şampiyonlar Ligi’ne layıkıyla devam edebileceğimiz fikrini de suya düşürmek iradesinin ortaya çıktığına işaret etmek. UEFA, FIFA, kulüp sahipleri; yani futbolun sahipleri, futbolun kendisini yok etmeye devam etmekte. Finansal Fair-Play saçmalığı, zengin kulüplerin uçuk harcamalarına müsaade edip görece daha az zengin takımlara yaptırım uygulamak suretiyle onlara yer biçmekte; gücü olmayan takımları ise “altta” kalmaya mahkum etmekte.

Yıllardır yolsuzluk skandallarıyla yozlaşmış bu kurumlar, “futbolu bitireceği” iddiasıyla ASL’ye karşı çıkmakta. Doğrudur, futbolu bitirecek olan zengin kulüpleri korumak adına onlara ayrıcalıklar biçerek diğerlerini hiçleştirmek politikasıdır, tıpkı UEFA ve FIFA’nın yaptığı gibi. Doğrudur, futbolu bitirecek olan birkaç ayrıcalıklı kulübe sınırsız yetki sağlarken diğerlerine söz hakkı vermemektedir, tıpkı UEFA ve FIFA’nın yaptığı gibi. Ya da UEFA Konferans Ligi tam da Şampiyonlar Ligi’ni ASL kadar büyük paralar olmasa da bazı “ayrıcalıklı” takımların pastadan payını artırma projesi olarak da okunabilir. Yani UEFA ve FIFA gibi skandallarla güvenilirliğini yitirmiş kurumlar, ASL projesini eşitsizliği körükleyecek diye eleştirirken başka projeleriyle yine eşitsizliği körükleyen taraf olmaktadır. Tüm bunları düşünmek, tartışmak; futbolu tekrar kazanmak için oldukça kritiktir.

Bunları konuşmak gerekir çünkü salt bir finansal mekanizmaya dönüşmüş futbol her geçen gün anlamını yitirmektedir. İngiltere’de futbolun “Premier” halini almasının Thatcherizm ile aynı döneme denk gelmesi, neoliberal geçişe denk düşmesi bir tesadüfî değildir. Fiorentina Perez’in “maçlar çok uzun” deme çılgınlığına götüren bu neoliberal mantığın ve onun yarattığı tüketim ideolojisinin ta kendisidir. “Yozlaşmış oligarkların” futbolun sahibi olarak gelir eşitsizliğini derinleştirmesinin sebebi bu vurdumduymazlıktır. Kapitalist-neoliberal kar mantığı bağlamında çevrenin tahribatı, çocuklara futbol oynayacak yeşil alan bırakmadığından tüm futbol okulları paralı hale gelmesi de bunun uzantısıdır. Ya da insanların evlerine geldiğinde günün stresini atmak için seyredecekleri maçların paralı yayınlar olmasının altında bu mantık yatmaktadır. İşte bu mantık, futbolun özü olan amatör ruhu yok etmektedir.

Ancak ASL’ye karşı ortaya çıkan tepki, bu amatör ruhun henüz ölmediğinin göstergesidir. Futbol tutkusunu bilen, futbolun herkese ait olduğu fikrini besleyenlerin başkaldırısı, bu çocuksu ve amatör duygulanışla mümkün olmuştur.

Hem UEFA ve FIFA gibi kurumların futbolun içindeki eşitsizliği nasıl beslediğini ifşa etmek, hem yayıncı kuruluşların pastadan pay dağıtırken “küçük” kulüpleri nasıl hiçleştirdiğini hatırlamak, hem patronların kulüpleri nasıl birer borsa oyuncağı haline getirdiğini düşünmek futbolu tekrar kazanmak hususunda çok kritik olacaktır. Çünkü futbol onca tepkiye rağmen “bu proje henüz bitmemiştir” diyen Perez gibi patronlara ait değildir, futbol bir kağıt parçasının peşinde saatlerce koşan ve iki taş arasından golü bulmaya çalışan samimiliğe aittir.

     


        -Mertcan Keleş

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır. Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre: “Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak...