1991’in sonlarına doğru Victoria Üniversitesi kampüslerinde, daha güvenli alanlar yaratması için üniversite yönetimine baskı yapan öğrenciler tarafından düzenlenen kampanyalarda “Cinsel şiddete sessiz kalmayın!” sloganı sık sık duyulur olmuştu. Melbourne’de her sene yapılan Geceyi Geri Al yürüyüşleri, yılın en büyük ve en canlı eylemi olur. Gece kulübündeki bir tecavüz üzerine ya da cinsiyetçi bir yargıcın, fuhuş yaptırılan kadının “namuslu” bir kadına göre tecavüzden daha az acı duyduğunu ifade etmesi üzerine hemen yüzlerce kişi gazetelere bildiriler yollayarak ve sokak yürüyüşleri düzenleyerek protestoya başlar. Queensland Üniversitesi’nde büyüyen park etme kampanyası, güvenlik sorununu gündeme getirdi. Hükümete, en azından kadına yönelik şiddet konusunu ciddiye alıyor gibi görünmesi, cinsel şiddet karşıtı televizyon reklamları yayınlaması1 ve hatta sığınma evlerini maddi olarak desteklemesi için baskı yapıldı. 1980’ler boyunca hükümet, güvenlik güçleri ve resmi organlar kadına yönelik şiddet konusunda sayısız araştırma ve konferans düzenledi, gitgide artan biçimde ev içi şiddete odaklanmaya başladı.2
Bu, kadına yönelik şiddetin nükseden bir siyasi mesele olarak önemini yansıtıyor. Bunun üç temel sebebi var. İlk olarak tüm kadınlar gündelik hayatlarında cinsiyetçiliğe katlanıyor ve daha az sayıda olmak üzere, şiddet ve tecavüzden dolayı da acı çekiyor. İkincisi, feministler tarafından şiddet konusuna gittikçe artan bir biçimde yapılan vurgu. Ve üçüncü olarak da 20. yüzyıl kapitalizminde cinselliğe olan yaklaşımların ve kadınların yaşamlarının değişmesi. Bu yüzyılda kadınlar, giderek artan bir şekilde ücretli işlere dahil olmaya başladıkça kendilerini, ihtiyaç ve istekleri olan birer birey olarak görmeye başladılar3. Bu durum, evlilikte çok az hakkı olan sevgi dolu anne ve eş olma yönünde devam eden baskıyla çelişiyordu. Avustralya’daki kadınların cinselliği ve kimliği üzerinde İkinci Dünya Savaşı’nın önemli etkisi oldu ki bu etki hiçbir zaman tamamen kaybolmadı. Önceden erkeklere özgü olan mesleklere kalabalıklar halinde dahil olma, daha önce görülmemiş bir ekonomik bağımsızlığı beraberinde getirdi. Savaşın yol açtığı bu değişim, izinli ya da savaşa gönderilmek için bekleyen Avustralyalı askerlerin yanı başındaki çok sayıda ABD çalışanının varlığıyla birlikte, cinselliğin kontrol edildiği geleneksel bağları gevşetti.4 60ların “cinsel devrimi” kadınların toplumdaki yeni konumunun çelişkilerini belirginleştirdi. Bir taraftan ücretli işin etkisiyle5 doğum kontrolünün bulunabilir hale gelmesi ve kürtaja sınırlı da olsa erişim imkanının artması, kadınların gerçek ihtiyaçları ve arzuları olan cinsel varlıklar olarak görülmeye başlandığı anlamına geliyordu. Bu, onların sadece edilgen ev hanımı olarak konumlandırıldığı imajın ötesine geçen bir adımdı.
Diğer taraftan ise kadınların cinsel varlıklar olarak görülmeye başlanması, bedenlerinin cinsel obje olarak sömürüsünü açıkça kolaylaştırdı. Gittikçe artan bir biçimde toplum, iyi ilişkileri cinsiyetlere göre ölçer hale geldi ancak kadın bedenini bir meta olarak satma ya da pornografide kullanma, kadınların erkeklerle eşit haklara ve ihtiyaçlara sahip olmadığı şeklindeki eski fikri güçlendiriyor. Shelia McGregor’ın da dediği gibi:
Birçok kadının reklam, pornografi olsun ya da cinsel taciz ve tecavüz yoluyla olsun, bedenlerinin istismar edilmesinden duyduğu rahatsızlık; toplumun, kadınların her zaman partnerlerine ya da kocalarına sadık eşler, sevgililer ve anneler olarak ailenin tüm derdini çekecekleri beklentisiyle çelişiyor.6
Ben bu makalede, Avustralya’daki yeni çalışmalara özel atıflarda bulunarak yaklaşık son on yılda feministler tarafından geliştirilmiş konuları, analizleri ve çözümleri ve Marksist bir çerçevede kadına yönelik şiddetin çözümlemesini irdeleyeceğim.
Kapitalist gelişim, kadınların yaşamlarında temel değişimleri mümkün kıldı. Sanayi Devrimi ve kapitalist üretimin yükselişi, eski feodal aile yapısını bozdu. Yeni sanayileşme insanları; kırsal bölgelerden gelen erkek, kadın ve çocukların fabrikalarda, madenlerde ve değirmenlerde sömürüldüğü yeni şehirlere sürükledi. Bu da iş ve aile yaşantısının ayrılmasına sebep oldu. Kısmen toplumsal bir birim olmaya devam ettiği halde, endüstriyel gecekondularda kalan işçiler için aile, ekonomik bir birim olmaktan çıkmıştı. Ama yönetici sınıf için aile, iktidarı ve serveti düzenlemek vaiçin önemli bir kurum olmaya devam etti. İşçilerin ölüm oranını azaltmak istedikleri zaman, doğal olarak her neslin sömürüye hazırlandığı ve sömürü için yetiştirildiği aileye yöneldiler.7 Marx ve Engels, işçi sınıfında aile kurumunun yitip gideceğini düşündü ama öngörülerinde yanıldıkları ortaya çıktı. İşçiler, aşırı korkunç koşullarla ve kısa molaları olan uzun saatli angaryayla karşılaşınca, huzur ve sevgi vadeden ailelerine sığındılar. Eski köylü ailelerin aksine yeni işçi sınıfı ailesi, karşılıklı ilgiye ve özgürce yapılmış bir anlaşmaya dayanıyordu ya da en azından öyle görünüyordu.
Gerçek şu ki kadınların ve erkeklerin hayatı, aile tarafından şekillendirilir. Ve aile, kadına yönelik baskıyı şekillendirir ve sürdürür. Aralarındaki ilişkiye karşılık olarak “özgürce” başlarken çiftler, aslında eşit değiller. Kadınlar, dışarıda bir işe gitseler bile, ev içi işlerin ve çocuk bakımının da çoğunu üstlenir. Kadınlardan sevgi, destek ve anaçlık beklenir. Aile gelirinin büyük bir kısmını sağlayan erkek ise “aile reisi” olarak görülür. Bu durum, eşitsizliği iyileştirmek isteyen ailelere bile zorluk çıkaran eşler arası eşitsiz ücret dağılımı ile derinleşir. Aile içindeki bu işbölümü çoğunlukla, her erkeğin yararına ve yalnızca erkek egemenliğinin bir sonucu olarak görülür. Aslında bu yönetici sınıfın çıkarınadır, çünkü bugünün ve geleceğin işçileri ücretsiz olarak, hem ücretli iş hem de ev içi sorumluluklar yüklenen kadınlar tarafından büyütülür. Kadınlar aile içinde kocalarıyla eşitsizliği deneyimliyor ve işte de hem cinsel baskıya hem de işçi olarak sömürüye maruz kalıyorlar. Erkekler sömürüden mustarip olsa da cinsel eşitsizlikten mustarip değiller.
Kapitalist aile yapısı ile ilişkili olan toplumsal cinsiyet rolleri, (güçlü, sinirli erkek ve anaç, edilgen kadın) toplumun her alanına, eğitim sistemine, kitle iletişim araçlarına, gösteri dünyasına ve daha birçok alana sirayet etmiştir. Evlenip çocuk sahibi olsa da olmasa da, çekirdek aile kurmasa da hiçbir birey bu rollerden kaçamaz. Erkek ve kadın arasındaki eşitsizlik, ailenin vadettiği ideal, mutlu, saadet dolu yaşam ve uzun saatler boyunca çalışma gerçeği arasındaki çelişki, aybaşını getirme mücadelesi, yeterli çocuk bakım olanaklarının yokluğu nedeniyle kısıtlanan sosyal yaşam gibi bir çok şey aileyi hayal kırıklığı ve baskı alanı yapar. Kadın bedenini cinsel obje olarak değerlendirmek, kadınların erkeklerin ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunun olması şeklindeki eski fikirleri güçlendirmiştir. Ve kadınları bu şekilde gören sadece erkekler de değildir. Tüm davranış çalışmaları, kadınların rollerini nasıl içselleştirdiklerini, kocalarının taleplerini yerine getirmezlerse bunun yetersizlik ve suçluluk duygusuna yol açtığını göstermektedir.
Sınıflı
toplumun tarihi boyunca kadınlar, erkekler tarafından şiddete
maruz bırakılmıştır. Kapitalizm, kadınların ve erkeklerin
yaşamını baştan aşağıya yeniden düzenlemiştir ancak sınıf
baskısı gibi kadına yönelik baskıyı da devam ettirmiştir.
Dolayısıyla bu yüzyılda yaşanan değişimler, kadının aile
içindeki yaşantısını etkileyen çelişkileri oluşturmaktadır.
1960’larda yükselen kadın özgürlük hareketi; ücretli kadın
işçi sayısındaki artışla desteklenmiş, cinselliğimizi kontrol
etme, doğum kontrol ve kürtaj haklarımızın geliştirilmesini
talep etmemize yol açmıştır. Bunlar
cinselliğin, evlilikten ve üremeden ayrılmasını mümkün
kılmıştır. Aile yaşamı ideolojisinin aksine, bugün birçok
sanayi şehrinde hane halklarının yalnızca üçte birini erkek,
kadın ve çocuklar oluşturuyor.8
Anneliğe
yönelik tutumlar büyük ölçüde değişti. Avustralya’da
1980’lerde gözlemlenen kadınların yarısından azı anneliği
kariyer olarak görüyordu.
1987 senesinde evlilik dışı dünyaya gelen çocukların oranı
yüzde on sekize yükseldi. 1986-1987 yıllarında yalnız yaşayan
insanlar, hane halklarının yüzde yirmisini oluşturuyordu.9
Bu gelişmelerin vadettikleri ve kadına yönelik süregelen şiddet
ile kapitalist tahakküm altındaki yaşamın gerçekliği arasındaki
sürekli çelişki, öncelikle kadına yönelen genel şiddet
hakkında ve ev
içi
şiddetle evlilik içi tecavüze dair hassasiyetlerin artmasına yol
açtı.
*Çeviri, bölümler halinde yayınlanacak.
Notlar
1. 1991 senesinde Victoria hükümeti toplumun davranışlarında değişim hedefleyen bir dizi televizyon reklamı geliştirdi. İlki, erkeklere yönelik cinsel tacizin kabul edilemez olduğunu gösterme girişimiydi. İkincisi kadınlara, ev içi şiddeti önlemek için hakları olduğunu öğütlüyordu. Bu reklamlar yüzeyseldi ve sorunu çözme konusunda sınırlı bir etkiye sahipti. Burada amaç reklamları bir çözüm olarak işaret etmek deği, son on beş yılda feministlerin değişen tutumları ve öncelikleri ile bu konu hakkında düzenlenen kampanyaların yarattığı baskının, hükümeti tepki vermeye zorladığını göstermek.
2. S. Hatty, Ev içi Şiddet Üzerine Ulusal Konferans, Seminer Bildirisi, Avustralya Kriminoloji Enstitüsü, Canberra, 1982. Şiddet Üzerine Ulusal Komite, Şiddet Mağdurları, P.N Grabosky, Avustralya Kriminoloji Enstitüsü, Canberra. Eyalet Hükümetleri, Bölgesel ve Federal Hükümetin işbirliğiyle, Şiddet Üzerine Ulusal Komite 1988’de kurulmuştur. Şiddet Üzerine Ulusal Komite, “Ev içi Şiddet”, J.Mugford, Bugün Şiddet serisi, Avustralya Kriminoloji Enstitüsü, Canberra, 1989. Kadının Statüsü Ofisi, Başbakan ve Kabine Dairesi, Ev içi Şiddete Yönelik Kampanyaları’nın Daire İçin Geçmiş Araştırmaları’nın Özeti, Elliott & Shanahan Araştırmaları, 1988. OSW, Ev içi Şiddet Tutumunun Araştırması, Kamu Politikası Araştırma Merkezi, 1988. Queesland Ev içi Şiddet Görev Gücü, Duvarların Ötesinde, Brisbane, 1988. Güney Avustralya Başbakan Dairesi, Ev içi Şiddet Komitesi, Hukuk Reformu Üzerine Öneriler ve Rapor, Adelaide, 1981. Güney Avustralya Başsavcı Dairesi,Güney Avustralya’da Cinsel Saldırı, Adelaide, 1983. Batı Avustralya Ceza Hukuku Dairesi, Cinsel Saldırı Kanunlarının İncelenmesi: Batı Avustralya’nın Başsavcılığı’na Rapor, Perth, 1988. Kadın Politikaları Koordinasyon Birliği, Başbakanlık ve Kabine Dairesi, Hane içinde Cezai Saldırı, Melbourne, 1985. Eyalet kolluk kuvvetlerinde her türlü Görev Gücü kuruldu.Avustralya Federal Polisi’nin bile Ev içi Şiddet üzerine bir nüshası vardı: Polis Memurlarına Rehberlik için Notlar! (tarih belirsiz)
3. Judith A. Allen, Cinsiyet ve Sırlar. 1880’den beri Avustralyalı Kadınların Dahil Olduğu Suçlar. Oxford Üniversitesi Yayınları, Melbourne, 1990, bölüm 5, “Eski Erkek ve ‘Yeni’ Kadın”, s. 108-118 bu sürecin başlangıcı için yüzyılın erken dönemlerinde.
4. Dymphna Cusack ve Florence James, Come In Spinner, Angus ve Robertson, Sydney, 1990, Bu roman, kadınların oluşturmaya başladığı aile denetiminden yeni kazanılan bağımsızlık konusunda iyi hissettiriyor.
5. Ücretli işteki evli kadınların oranı 1947’den 1981’e %6.5’tan %42.2 oranına yükseldi, 1981: Heather McGregor ve Andrew Hopkins, Değişim için Çalışmak – Ev içi Şiddete karşı olan bir hareket, Allen ve Unwin, 1991, s. 3
6. Shelia McGregor, “Tecavüz, Pornografi ve Kapitalizm”, Enternasyonal Sosyalizm, 2:45, Kış dönemi 1989, London, s. 3
7. Lindsey German, Cinsiyet, Sınıf ve Sosyalizm, Bookmarks, London, 1989, bölüm 1. Sandra Bloodworth, “Patriyarkal Teorinin Sefaleti” Socialist Review, 2, Melbourne, Avustralyadaki ailelerin gelişimi için.
8. Victoria Hükümeti araştırması 1987; London İstatik Ofisi Merkezi, Toplum Gündemleri 1988, Lindsey German, Cinsiyet, Sınıf ve Sosyalizm’de alıntı yapılmış.
9. Avustralya Açıkladı - Ulusun Değişen Yüzü, Age Kitapçığı, Melbourne, 1989, Aile Çalışmaları Ensitüsü, Yıllık Rapor, 1982-83. Aile Çalışmaları Enstitüsü, Aile Meseleleri (gazete), Nisan 1989.
Metnin İngilizce Orijinali: Bloodworth, Sandra (1992) “Rape, sexual violence and capitalism” Marxist Left Review No:5 https://marxistleftreview.org/articles/rape-sexual-violence-and-capitalism/
Çeviren: Nisanur Atıcı Düzenleyen: Deniz Ekim
Yorumlar
Yorum Gönder