90
yıl önce (orijinal yazının tarihine göre) ABD’de “Hammer’in Dagenhart’a karşı”
mahkeme davası sonlanmıştı. Davanın sonucu, ülkenin ilk federal yasasının, yani
tesislerde çocuk iş gücünün kullanımını yasaklayan yasanın iptali olmuştu. İlginç
olan ise bu yasanın iptaline öncülük edenin sömürgen bir burjuva değil,
oğullarının fabrikalarda çalışmasını isteyen sıradan bir Amerikan vatandaşı
olmasıydı. Çocuk işçi sömürüsü ile ilgili mücadele, git gel yapan kazanımlarla yaklaşık
200 senedir sürmekte. Fakat bu sorunun kökünü sadece sanayi devrimini yaşayan
ülkeler kurutabilmiştir.
İşgücü
Rezervleri
Bir
zamanlar, zor şartlar altında çalışarak geçen çocukluk hikayeleri, her
seviyedeki Sovyet liderlerinin biyografisinin ayrılmaz bir parçasıydı. Eğer
geleceğin sorumlu çalışanı çocukken ördeklere bakmamış veya geç saatlere kadar
makinaların başında durmamışsa bu, ona yönelik burjuva şüphesi yaratırdı;
dolayısıyla böyle bir durum olmasa da buna yönelik kurgular yapılırdı. Çocuk
sömürüsünün tüm dehşeti kayıtsız şartsız çarlık rejiminin ve burjuva düzeninin
insanlık dışı zulmüne atfedilmekteydi. Sovyet döneminde ise çocukların hükümetin
bilgeliği sayesinde sabahtan akşama kadar çalışmaktansa okula gitme imkanları
vardı. Aynı dönemde Avrupa ve Kuzey Amerika’da çocuk işçiliğin hikayesi, çocukların
acımasızca sömürüldüğü ilk dönem sanayi devrimine karşılık geliyordu. Sanayileşmenin
belirli bir dereceye kadar ilerlemesiyle çocuk işçiliğin kullanımı, toplumun
baskılarıyla beraber “yok” denecek kadar azalmıştı. Dolayısıyla çocuk
işçiliğinin temel kaynağı kapitalizme içkin kötülük değil, onun gelişimiyle
şekil kazanan düzendir.
Çok
eski günlerden beri çocuklar çalışmaya zorlanırdı; fakat onların yaptığı işler
genellikle kendi güçleriyle orantılıydı, hatta hem kendi sağlıkları hem de
toplumun gelişimi için yararlıydı. Mantar ve orman meyvelerini toplamak, hayvanların
otlamaya çıkartılması, suya gitmek gibi köy hayatının gündelik işleri aslında
çok da ağır değildi. Fakat sanayi devrimiyle Avrupalıların “çıplak ayak
çocukluk” hakkındaki fikirleri tersine döndü. Bu devrim 18. Yüzyılın ikinci yarısında
başlamıştı ve devrimle gelen şeyler çoğu kişinin hoşuna gitmemişti. İngiliz işçileri
düşük maaşlardan mütemadiyen şikayetçi olmuş, fabrikalardaki pahalı makinaları
protesto adına kırmış ve hatta yöneticilerine şiddet uygulamışlardı. İşverenler
ise daha uyumlu, daha savunmasız ve fiziksel olarak daha zayıf işçilerin
hayalini kurmuşlardı. Bu kriterlere çocuklar uyuyordu ve İngiliz işverenler
sekiz ila on dört yaş aralığındaki çocukları hızla ve kitlesel bir şekilde işe
almaya başlamışlardı.
Çocuklar
fabrikalara iki yolla girerlerdi. Ya onları oraya ebeveynleri gönderirdi, ebeveynleri
yoksa da yetimhaneler veya ıslahevleri işverenlerle anlaşırlardı. Ebeveynler
çocuklarını atölyelere iyi bir hayat yaşadıkları için değil yoksul oldukları ve
gelirleri olmadığı için gönderirlerdi. Hatta, görece daha rahat hayatları
ebeveynlerin çocukları bile işe yerleştirilmekten kurtulamamışlardı. Örneğin ilerde
ünlenecek bir yazar olacak olan Charles Dickens da aynı şeyi yaşamıştı. Yazarın
babası John Dickens bir memurdu ve nitelikli bir işe sahip olduğundan bir
centilmen olarak görülürdü. Orta sınıf bireyin oğluna yakışır bir şekilde
Charles okulda eğitim alıp gelecekte eğitimine devam edebilirdi. Fakat 1824
yılında John Dickens borçlarını ödeyemediği için uzun süre Marshalsea hapishanesine
atılmıştı. Sekiz kişilik aile, Charles'ı bir balmumu fabrikasında çalışmaya
göndermişti ve geleceğin yazarı burada haftada 6 şiline günde on saat ayakkabı
boyası kutularının üzerine etiket yapıştırdı. Tabii babası hapisten çıkar
çıkmaz çocuğu fabrikadan almıştı, fakat yaşadıklarının ağırlığı Dickens’i
hayatı boyunca takip etti.
Yetimlerin
durumuysa işleri oldukça kolaylaştırıyordu. İşverenler çocukları ıslahevlerinden
deyim yerindeyse neredeyse satın alıp onlara kölelik sözleşmeleri imzalatıyorlar,
yani çocukları bir çeşit köleye dönüştürüyorlardı. Bu, örneğin Essex'teki bir
ipek fabrikasının sahibi ve büyük bir liberal olan George Cortold tarafından
yapıldı. Cotold sıkı bir protestandı ve herhangi bir geleneğe karşıydı. Kendisi
İngiliz olmasına rağmen Amerikan devrimini desteklemişti ve hatta birkaç yıl
ABD’de yaşamıştı. Memleketine dönünce aynı şekilde Fransız devrimini de
desteklemişti. Fakat bunların hiçbiri onun gerçek bir köle sahibi olmasına
engel olmamıştı. Cortold, Londra’nın ıslahevlerinden çocuk satın alırdı ve
genellikle de 10 ila 13 yaş arasındaki kız çocuklarını tercih ederdi. Bu iş
adamı çocuk başına beş pound verir, bir sene sonra çocuk hala hayattaysa yine
bir beş pound daha öderdi. Çocukların “gündelik giysilerini” sağlamak, ıslahevlerinin
sorumluluğundaydı. Cortold, yeni bir kız çocuğu elde ettiğinde onunla da ayrı
bir anlaşma yapardı. Bu anlaşmaya göre yetim çocuk 21 yaşı dolana kadar
fabrikada çalışmak zorundaydı. Büyüklerin maaşı 7 şilin 2 kuruşken, yetimlerin haftalığı
1 şilin 5 kuruştu. Bu müesses sistem yalnızca bir kez sendelemişti. 1814
yılında birkaç kız fabrikadan kaçmış, fabrika müdürünün onlara zalimce
uyguladığı şiddeti anlatmışlardı. Cortold, bu skandalın ateşini söndürmüş, suçluyu
da döverek kovmuştu. Kendi dört kızını da çalışma sürecini takip etmek için
görevlendirmişti. Fabrikada çocuklara atılan dayakların bitip bitmediği meçhul,
fakat bununla ilgili dönen fiskos bıçakla kesilmiş gibi sonlanmıştı. Kızları Cortold’un
kendisi kadar inançlılardı ve fabrikadaki kızları, çalışırken dini marşlar
söylemeye zorlarlardı ve kızların birbirleriyle konuşmasını da kesinlikle
yasaklamışlardı. Fabrikadan kaçmak hakkında kimse konuşamazdı bile.
Mutlu
Çocukluk
Çocuk
işçilik, makinalar sayesinde daha da cazip olmuştu zira bu makinaları güçsüz
insanlar da kullanabiliyordu. Dönemin teknolojisi günümüzünki kadar incelikli
değildi dolayısıyla çalışanın vasıflı olmasına gerek yoktu. Örneğin pamuk
fabrikalarında neredeyse tamamen çocuklara ayrılmış özel meslekler, yani çöpçülük
ve ip eğiriciliği (ip eğiren makinenin başında durmak) vardı. Çöpçüler sadece
çocuklar olabilirdi çünkü bu iş için küçük ve çevik olmak gerekiyordu. Çöpçüler
bütün gün iplik makinaları altında emekleyerek yere düşen pamuk parçalarını
toplamak zorundaydı. Genç bir çöpçü hakkında 1828 yılında The Lion gazetesinde
yazı yazılmıştı: “Robert Blincoe’un ilk görevi yere düşen pamuğu toplamaktı.
Dışardan bakıldığında kolay bir iş gibi gözükebilir […] fakat çocuklar cihazların
çıkardığı ses ve hareketlerden çok korkuyordu. Buna ek olarak da havada asılı
olan pamuk tozu çocukları rahatsız ediyor, onları boğuyordu. Kısa zaman önce
Blincoe, kendini kötü hissetmiş, sırtı incinmişti. Oturmaya çalışmıştı ancak
pamuk fabrikasında oturmak yasaktı. Yönetici Bay Smith çocuğa ayakta durmasını
emretmişti.” Bu iş sadece yorucu değil
aynı zamanda tehlikeliydi. Manchester’dan genç çöpçü David Rowland 1832 yılında
şöyle anlatıyordu: “Çöpçü fırça ile tekerlerin altını süpürmek zorundadır […] ben
sıklıkla tekerleklerin altına girmek zorunda kalırdım, tekerler ise hep hareket
halinde olduklarından ezilebilirdim. Çoğu zaman tekerlerin beni kapmaması için kıpırdamadan
uzanmam gerekirdi.” Rowland 6 yaşında çöpçülüğe başlamıştı. Eğiricilerse atölye
içinde dolaşırlar, makinenin içinden geçen ipleri akranlarının hesapladığı gibi
ayıklarlardı. Bu işi yapan çocuk, atölye içinde dolaşarak bir günde yaklaşık 24
mil yürürdü.
Sadece
Cortold’un fabrikasında değil, her yerde çocuklar yetişkinlerden daha az ücret
alırdı. Bir oğlan çocuğu, çalıştığı fabrikadaki ücret sistemini şöyle anlatıyor:
“Eskiden 8 yaşındakiler günlük 3 veya 4 kuruş alırlardı. Şimdi ise bir büyüğün
maaşını sekiz sekizliğe bölerler: 11 yaşında iki sekizlik öderler, 13 yaşında üç
sekizlik, 15 yaşında dört, 20 yaşında ise büyüklere ödendiği gibi 15 şilin”. Bu
da yetmezmiş gibi fabrikatörler, çocuklara yemek ve giysi sağladıklarından,
çocukların kendilerine minnettar olması gerektiğini söylerlerdi. Yemeklerin kalitesiyse
bir soru işaretiydi. Çocuğun akranı şöyle anlatıyor: “Çocukları ferah, uzun dar
masalı ve tahta bankı olan bir odaya aldılar. Erkek ve kız çocuklarını ayırarak
masalara oturmalarını emrettiler. Akşam yemeği getirdiler. Getirdikleri, bir
şekilde maviye dönüşmüş sütlü yulaf ezmesiydi”.
Çalışma
koşulları büyüklerinki kadar olmasa da oldukça zordu. Öncelikle, 19. Yüzyılın
ilk yarısında iş güvenliği ekipmanlarının hemen hemen hiçbir iş yerinde
bulunmamasından mustariplerdi. 53 yaşındaki işçi John Ollet 1832’de şöyle anlatıyor:
“Bildiğim kadarıyla, kazalar akşam saatlerinden ziyade günün ilk yarısında
gerçekleşir. Böyle bir kazayı ben kendi gözlerimle gördüm. Çocuk yünle
çalışıyordu, yani yünü makine için hazırlıyordu ama uykulu olduğundan makinanın
kemerine takıldı ve makine onu içine çekti. Bedeninin yarısını bir yerde diğer
yarısını başka bir yerde bulduk. Bütün vücudu makine içinden geçti ve makine
onu parçalara böldü.”
Çocuklar büyükler gibi homurdanmaz, makinaları kırmaz ve eylem yapmazlardı. Buna rağmen işletme yöneticileri çocuklara oldukça kötü davranırlardı. Örneğin, bir genç çalışan şöyle anlatıyor: “Ben 7 yaşındayken Bay Marshall’ın Shrewsbury fabrikasına gittim. Eğer çocuklardan biri uykuluysa müdür onun omuzundan tutarak “Gel bakalım buraya” derdi. Odanın köşesinde ise demir su deposu dururdu. Adam çocuğu bacağından tutarak su deposunun içine daldırır ardından işinin başına gönderirdi”. Böyle sert davranışlar birden fazla gencin hayatını kurtarmıştır belki de ama kimi fabrika müdürleri gerçekten sadistti. 1849 yılında Ashton Chronicle gazetesi reşit olmayan Sarah Carpenter’la yapılan bir röportaj yayınladı: “Tarak makinası uzmanının adı Thomas Birks, ama ona Thomas Şeytan denirdi. O çok kötü bir adamdı, herkese laf yetiştirirdi özellikle de çocuklara. 17-18 yaşındaki kızları, eteklerini kaldırıp dizlerinin üzerine çökerterek erkek çocuklarının önünde sürekli taciz ederdi. Herkes ondan korkardı… Bir keresinde o hastalanmıştı ve ölmesini ummuştuk. O hastayken yerine William Hughes’i görevlendirmişlerdi. Benim yanıma gelip makinanın neden durduğunu sormuştu, ben de bilmediğimi söylemiştim çünkü onu durduran ben değildim. Hughes beni sopa ile dövmeye başlamıştı, ben ise anneme anlatacağımı söylemiştim. Bunun üzerine uzmanı çağırmıştı ve o beni kafam kanayana kadar sopayla dövmüştü”. Aynı fabrikanın yöneticileri bir kadını “vurulmaması gereken yerini” tekmeleyerek öldürmüşlerdi.
İlke
ve yoksullar
Çalışan çocukların
koşullarına İngiliz toplumunun tamamen göz yumduğu söylenemez. Tam tersine 19.
Yüzyılın ilk yıllarında çocukların durumu çoğu zaman parlamentonun gündemine
geldi. 1802 yılında yetim çocukların pamuk fabrikalarında mesaisini 12 saat ile
sınırlandıran bir yasa çıkmıştı. Bu ilgi farklı şekillerde açıklanabilir, o
dönem birçok lordun kökeni şaibeli züppeler olarak baktığı fabrikacıların
sorunları İngiliz politikasını yöneten yerel aristokratları ilgilendirmezdi. Öte
yandan, aristokratlar toplumsal ahlakla ilgili soruları hassasiyetle
cevaplarlardı zira fabrika havası oradaki çalışan gençleri kötü yola iterdi.
Bir doktorun yazdığına göre: “Aynı fabrika çatısı altındaki genç kadın ve
erkeklerin birleşimi sonsuz bir ahlaki çürüme kaynağıdır. Sıcak bir ortamda,
karşı cinsten insanlar arasındaki temaslar, hayvani tutkuların tezahürünün
örnekleridir; bunlar cinsel arzunun erken bir çağda gelişmesine yol açar.”
Dolayısıyla sosyete içinde fabrikalara büyük bir şüpheyle bakılırdı ve fabrika
sahiplerinin en ufak hatası yeni yasaklara yol açardı.
1818
yılında bir başka toplumsal baskı hareketi, parlamentoda çocuk işçiliği
sorununun ahlakı koruma gerekçesiyle daha yakından incelenmesine sebep olmuştu.
Lordlar Kamarası’na bağlı özel komitenin toplantısına davet edilen, sanayide
çalışan tecrübeli doktorlar, çalışan çocukların sağlık durumları hakkında bilgi
vermişlerdi. Doktorlar hep bir ağızdan fabrikadaki çocukların diğer çocuklar kadar
sağlıklı olduğunu iddia ediyordu. Örneğin, Doktor Edward Holm fabrikadaki
çocukların “diğer ailelerin çalışan çocuklarından daha az sağlıklı
olmadıklarını” söylerken, Doktor Thomas Turner ise pamuk fabrikalarında çalışan
çocukların “genel olarak iyi ve sağlıklı göründüğünü” savunuyordu. Doktorların
böyle, bir ağızdan konuşması basitçe açıklanabilir. Bu doktorlar fabrikalarda
düzenli aralıklarla tıbbi muayene yapar ve bunun için fabrika sahiplerinden
para alırlardı. Buna rağmen 1819 yılında parlamento, pamuk fabrikalarında 9 yaşın
altındaki çocukların çalıştırılmasını yasaklayan ve 16 yaşından küçüklerin de mesaisini
12 saat ile sınırlandıran bir yasayı kabul etmişti.
Ülkede
1830’larda çocuk işçiliğinin sınırlandırılması ile ilgili nihayet bir hareketlenme
başlamıştı. Bu harekete ilham verenlerin arasında ilginç bir şekilde yün ipliği
fabrikası sahibi John Wood da vardı ki kendisinin bu kampanyadan hiçbir çıkarı yoktu.
Hareketin mensuplarından biri olan Richard Oaster her şeyin nasıl başladığını şöyle
anlatıyor: “John Wood bana döndü, elimi dostça sıktı ve şöyle dedi: ‘Bu gece
ben hiç uyumadım. İncil okudum ve her sayfası beni kınıyordu. Fabrikaları,
bizim de yaptığımız zulümden arındırmak için bu sistemin verdiği bütün gücü
kullanmadan gitmenize izin vermeyeceğim.”” İnsanların bu harekete katılımını
sağlayan farklı nedenler vardı. Özellikle Evanjelistler tamamen dini nedenlerle,
milletvekili olan John Hobhouse gibi radikal siyasetçilerse politik nedenlerle
katılmıştı. Hobhouse, 1819 Yasasının hükümlerini tüm sektörleri kapsayacak şekilde
genişleten bir yasa taslağını parlamentoya sunmuştu. Yasa henüz kabul
edilmemişti fakat mücadele devam ediyordu. Charles Dickens romanlarındaki genç
karakterlerin çektiği acılardan etkilenerek çocuk işçiliğin sınırlandırılmasını
isteyen orta sınıf mensupları da harekete katılmıştı. İlerleyen aşamalarda
nihayet, ekonomik çıkarları dolayısıyla işçiler de bu harekete katılmıştı.
Çocuk iş gücü ucuzdu, dolayısıyla bu, yetişkin işgücünün aldığı ücreti etkiliyordu.
Bu nedenle çocukların korunması, tek maaşla yaşayan herkes için kârlıydı.
Çocukları
korunmayı amaçlayan hareketin tartışılmaz lideri kısa zaman içinde ortaya
çıkmıştı, bu kişi Milletvekili Michael Sadler’di. Sadler bu görev için biçilmiş
kaftandı. Muhafazakardı, yani aristokratik çıkarların koruyucusuydu,
dolayısıyla fabrikacıların çıkarları onu ilgilendirmezdi. Dinsel alanda engin
bilgisi vardı. Şunu demek yeterli olur, gençliğinde verdiği vaazlar Metodist
Kilisesi’nin bakış açısından olduğu için, Anglikan Kilisesi’nin temsilcileri
onu taşlardı. Ayrıca kendisi profesyonel bir politikacıydı, kariyerini
toplumsal odağı olan, “yoksullara yönelik yasaları” teşvik ederek kurmuştu. Bu
yüzden de işçiler onu tanır ve saygı duyardı. 1832 yılında Sadler çocuk
işçiliğini inceleyen bir parlamento komisyonuna başkanlık etmişti. Bu komisyon
büyük bir iş çıkarmıştı. Fabrikalar aranmış, çocuklar sorgulanmış, doğruları
söylemeye hazır doktorlar çağrılmıştı. Nihai rapor şaşırtıcıydı ve 1833 yılında
parlamento, çok küçük yaştaki (9-13) çocukların mesaisini 8, büyük
çocuklarınkini ise (14-18 yaş) 12 saatle sınırlayan bir yasa kabul etmişti. Fakat
bu yasa sadece tekstil sanayisi için geçerliydi, dolayısıyla tam anlamıyla bir
zafer sayılmazdı. O günden itibaren İngiltere’de her beş senede bir öyle ya da böyle
çocukları vahşi sömürüden koruyan yasalar çıkmıştı. Son olarak 1878 yılında 10
yaşın altındaki çocukların çalışmasını ilk kez yasaklayan ve bu kuralı İngiliz
ekonomisinin tüm dalları için geçerli kılan Fabrikalar ve Atölyeler Yasası
kabul edilmişti. Bununla beraber 14 yaşını doldurmayan çocuklar mesai
saatlerinin yarısı kadar çalışabilirlerdi.
Bundan
dolayı bir ekonomik kriz ortaya çıkmamıştı. Ayrıca, 19. Yüzyılın ikinci yarısında
İngiliz ekonomisi gayet emin adımlarla ilerlemekteydi, çalışanların maaşları
ise yavaş ama istikrarlı bir şekilde artmaktaydı. Çalışan ebeveynler artık
çocuklarına bir parça ekmek sağlayabiliyordu. Böylelikle çocuk iş gücüne duyulan
ihtiyaç yavaş yavaş azaldı. İngiltere’de sanayi devriminin ancak ilk aşaması
atlatıldıktan sonra bu gelişmeler yaşanabilmişti.
Yasal
Akış
İngiltere’ye nazaran
geri veya gelişmekte olan devletler çocuk işçiliği sorunuyla daha geç
karşılaştılar ve daha geç tepki verdiler. 1839 yılında çocuk işçiliği ile
ilgili ilk düzenlemeyi Prusya getirmişti. Düzenlenme 9 yaşından küçüklerin
çalıştırılmasını yasaklamaktaydı. Diğer ülkeler bu kadar hızlı değillerdi: Bu
yolla sanayisi gelişen Belçika 1891 yılında benzer sınırlandırmalar getirmişti.
Öte yandan Atlantik’te çocuk işçiliğiyle ilgili yasaların daha önce ortaya
çıkmasına rağmen, nasıl Prusya’da bu kurallar sıkı bir şekilde uygulandıysa,
ABD’deyse bu kurallara sadece gerçekten uyulmak istendiği zaman uyulmuştu.
Örneğin, 1836 yılında Massachusetts’te 15 yaşından küçük çocukların yılın en az
üç ayını okulda geçirmesini gerektiren bir yasa kabul edilmişti. Çocuk
işçiliğini günde 10 saat ile sınırlandıran 1842 tarihli yasaya uyulmadığı gibi,
1836 tarihli yasaya da tabii ki kimse uymamıştı.
Çocuk
hakları mücadelesi ABD’de, İngiltere’dekine benzer şekilde kurulmuştu. Mücadele
verenler arasında dini ahlakı savunanlar ve hırslı siyasetçiler yer almakla
birlikte çocuk haklarını korumayı hedefleyen bu hareketin çoğunluğunu işçiler
oluşturuyordu. İşçiler, çocukların büyüklerin maaşlarını kesintiye uğratmasını
istemiyorlardı. Çocuk işçiliğin kısıtlamasına yönelik girişim, 1876 yılında 14
yaşın altındaki çocukların sömürülmesinin yasaklanmasını öneren Çalışanlar
Partisi’nden (Workingmen’s Party) gelmişti; 1881 yılında ise benzer öneriler
Amerika İşçi Federasyonu ve diğer proleter örgütlerince yapılmıştı. Farklı
eyaletler farklı yasalar kabul ediyordu, fakat konu olduğu gibi ortada
duruyordu. Bunun neticesi, 1900 yılında yapılan nüfus sayımıyla 10 ila 14 yaş
arasındaki yarım milyon Amerikalının okuma-yazma bilmediği, sadece üretim
süreciyle meşgul olduğu anlaşıldığında ortaya çıkmıştı.
Halk
doğal olarak kızgındı. ABD’de 1904 yılında Amerikalı çocukların mutluluğu için
bir adım atılarak çocuk işçiliğini odağına alan Milli Komite kurulmuştu. Komite
1908 yılında, adı sanı bilinmeyen bir öğretmen olan Lewis Hine’ı ülke içinde bir
geziye göndererek oldukça başarılı bir propaganda hamlesine imza atmıştı. Hine
amatör bir fotoğrafçıydı ve iki senelik seyahati boyunca genç tekstil
işçilerini, gazete satıcılarını, madencileri, kunduracı ve diğer mesleklerin
temsilcilerini resmederek kapsamlı bir albüm yapmıştı. Resimlerin altındaki açıklamalar
adeta kendi adına konuşuyordu: “Ferman Owens, 12 yaşında. Okumayı bilmiyor.
Alfabeyi bilmiyor: “Evet, okumak isterdim ama yapamıyorum çünkü tüm zamanımı
işte geçiriyorum””. Bir başka açıklama ise şöyleydi: “Bazı oğlan ve kız
çocukları o kadar küçük ki dikiş makinalarının üzerine çıkmak zorunda
kalıyorlardı”, fotoğrafta ise okula çağı gelmemiş iki küçük oğlan çocuğu
kendilerinden iki kat bir büyük makinayı dengelemeye çalışıyorlardı. Fotoğraflar
Modernistler üzerinde büyük bir etki bırakmıştı ve kısa zaman içinde birkaç
eyalette reşit olmayanların işe alımını sınırlandıran yasa kabul edilmişti.
1916 yılında ABD kongresi, çocuk işçiliğiyle üretilen ürünlerin satışını
yasaklayan Keating-Owen Yasasını kabul etmişti. Bu büyük ama geçici bir zaferdi.
O
zamanlar Amerikalıların çoğu çocuk işçiliğin bu kadar kötü bir şey olduğuna
inanmıyorlardı. Bu yasalara en az fabrika sahipleri özellikle de tekstilciler destek
vermişti. Örneğin, Merchants Woolen Şirketi’nin yöneticisi olan Charles Harding
çocukların okul yerine fabrikalarda olması gerektiğine inanıyordu: “Büyük bir
çaba ve güç istemeyen ve çocuğun yetişkinler kadar becerebildiği bazı işler
vardır… Bazen işçiler fazla eğitimli oluyorlar. Fazla eğitimin gençleri bozduğu
durumlara şahit oldum”. Ancak kimi işçiler de çocuk işçiliğini destekliyordu.
1918 yılında Kuzey Carolina sakini Roland Dagenhart, reşit olmayan oğullarının
fabrikada çalışmasını engellediği için Keating-Owen Yasasını mahkemeye
taşımıştı. Dagenhart, Kongre tarafından oğullarının anayasal çalışma hakkının
ihlal edildiğini öne sürmüştü. Dava, ABD Yüksek Mahkeme’sinde ele alınmıştı ve
yasa anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmişti. Böylelikle binlerce çocuk gerisingeri
fabrikalara dönmüştü.
Çocuk
işçiliğinin sınırlandırılmasını destekleyenlerin geçici mağlubiyeti, İngiltere’de
1878 yılında zafer kazanılmasına mâni olan nedenlerle aynıydı. 20. Yüzyılın ilk
yarısında ABD’de sanayi yeterince gelişmemişti, ülkenin yarısı tarımla
uğraşıyordu ve sanayi devriminden bahsetmek mümkün değildi. Sanayi devrimi tam
gaz giderken hiçbir ekonomi çocuk işçiliğinden vazgeçemezdi. Ancak 1941 yılında
Dagenhart davasını yeniden gözden geçirildi ve karar değişti. Böylelikle çocuk
işçiliği ABD’de yasaklanmıştı. Fakat artık hem yüzyıl hem de Amerika’nın
pozisyonu tamamen farklıydı.
Vahşetin
Çağrısı
İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, bunları kaleme alanların tüm insanlık için önemli addettiği
sözleşmeler ve anlaşmalar moda olmuştu. 1956 yılında BM; borç köleliğinin de
kaldırılmasını ima ederek köleliği ve köle ticaretini kaldıran Kölelik, Köle
Ticareti ve Köleliğe Benzer Kurum ve Uygulamalara İlişkin Ek Sözleşme’yi kabul
etmişti. Gerçekten de çoğu sömürge ülkesinde borcun bedeli olarak çocuklar verilirdi.
Ancak sözleşmenin kabulünden sonra da bu sömürge devletler bağımsızlığını
kazandıktan sonra da devam etmiştir bu uygulama. 1996’da ünlü insan hakları
organizasyonu İnsan Hakları İzleme Örgütü dokunaklı bir başlığı olan bir rapor
yayınlamıştı, “Köleliğin Küçük Elleri: Hindistan’daki Borç Çocuk Köleliği”;
yedi yıl sonra ise yeni raporun adı “Az şey değişti: Hindistan’ın İpek
Sanayisinde Borç Köleliği”ydi. Sonuç olarak çocuk işçiliği, sanayi devrimini
yaşamakta olan ülkelerde Charles Dickens’in zamanındaki gibi gelişmeye devam
etmektedir.
Aslında,
sanayi devrimini yaşamasına uzun zaman olan ülkelerde de çocuk emeği yoğun
olarak kullanılmaktadır. Bazı devletlerde çocuk işçiliği ile ilgili yasalar
öyle sinsice yazılmıştır ki kolayca etrafından dolaşılabilir. Örneğin, Kenya’da
yasa 16 yaş altındaki çocukların sanayi sektörüne işe alınmasını açıkça
yasaklamaktadır. Fakat tarımsal sektörde işe alımına da izin vermektedir.
Ülkedeki sanayi işletmelerinin sayısını göz önüne alırsak bu yasanın uygulama
alanı sınırlıdır. Nepal de aynı yolu izliyor; orada da 14 yaş altı çocukların çalıştırılması
yasaktır. Fakat yasa, plantasyonları ve tuğla üreten işletmeleri
kapsamamaktadır. Tuğla haricinde de bu ülke çok az şey üretmektedir.
Sonuç
olarak, dünyada çocukları çalışmaya zorlamakla kalmayıp komşu ülkelere ihraç
eden Togo gibi ülkeler de mevcuttur.
İnsan hakları örgütlerinin raporlarından birinde şöyle söyleniyor:
“Togolu oğlan çocukların anlattığına göre okul için ücret ödeyemediklerinden
Nijerya’da tarla işi yapmayı kabul etmişler. Onları günde 13 saat arazi temizliğine
zorluyorlar tarla sürüp ektiriyorlar, yorgunluktan şikâyet ederlerse de
dövüyorlarmış. Bazılarıysa pala kullanarak ağaç dalı kesmeye zorlanıyormuş ve
çoğu ciddi yaralar almış. Sekiz ay ila iki yıl sonra çocuklara bir bisiklet
verilip Togo’ya evlerine gitmeleri emrediliyormuş. Çocuklar haydutlar
tarafından soyulur, askerlere rüşvet vermek zorunda kalırlarmış ve evlerine eli
boş dönerlermiş. Bazıları hayatını kaybeder ve yolun kenarına gömülürmüş”.
Kısacası,
yoksulluğun olduğu yerde çocuk işçiliği de vardır ve hiçbir yasa bunu yok
edemez. Diğer yandan bugün çocuk işçiliğine ihtiyacı olmayan sanayisi gelişkin
ülkeler de bir zamanlar en savunmasız vatandaşlarına hayal edilebilecek
acımasız sömürüyü yaşatmışlardı.
Metnin
Rusça Aslı: Novikov, Kirill (2008) https://www.kommersant.ru/doc/894974
(Son erişim: 26.04.2021)
Çeviren:
Enejan ALLAJOVA
Yorumlar
Yorum Gönder