Ana içeriğe atla

Modanın Sömürücü ve Kirletici Yüzü

Kimse maaşından memnun değil, kimsenin parası yok diyoruz da alışveriş merkezlerini hiç boş gördük mü, denemeden alanlara hiç mi rastlamadık, mağazaların önünde kuyruğa hiç mi girmedik? Pandemi varken mağazaları gece gündüz gezemeyeceğiz diye, hemen hemen herkesin online alışverişe akın ettiğini de mi fark etmedik? Hepsine hayır cevabınız olsa bile kıyafete ‘attım onu, nasıl olsa çok ucuzdu’ diyenleri eminim çok duyduk son zamanlarda. Peki, kıyafet herkesin kendini zengin zannedeceği kadar ucuz mu gerçekten? Belli ki öyle. Daha demin dedemin kendi çocukluk anlarını anlatırken dinliyordum, birkaç çocuğun aynı montu kullandığını, yıllarca giyinilecek olan kaliteli bir ayakkabı alabilmek için bir nevi küçük bir servet verdiklerini söylüyordu. 50, 60 yıl önceki bir montun değerinin bugünküyle bir olmadığını, bir deri ayakkabının 1950’li yıllarda bir ayrıcalıkken günümüzde sıradan bir alışveriş olduğunu anlamakta zorluk çekmiyoruzdur umarım. 

    Doğruyu söylemek gerekirse, yönetmenliğini ve senaristliğini Andrew Morgan’ın yaptığı ‘The true cost’ belgeselini izleyene dek ‘hızlı moda’ denilen fenomenin ne denli derin bir mevzu olduğunu anlayamamıştım. Beni düşünmeye sevk ettiği, pek hakim olmadığım sahaya çıkararak aydınlattığı ve aydınlatırken gözyaşı getirdiği için sizlere bu belgeselden bahsetmek istedim. Güncel moda endüstrisi ile ilgili bilgileri toplayabilmek için Morgan iki yılda 13 ülkeyi gezip endüstrinin farklı aktörleri ile röportajlar yaptı. Belgesele katılanlar arasında Lucy Siege (Birleşik Krallık’ta yaşayan gazeteci, yayıncı ve yazar), Stella McCartney (moda tasarımcısı ve hayvan hakları aktivisti), Livia Firth (sürdürülebilirlik marka danışmanlığını yapan şirketi Eco-Age'in yaratıcı direktörü), Safia Minney (adil ticaret giyim şirketi People Tree’nin kurucu), Orsola De Castro (moda tasarımcısı), Larhea Pepper (organik pamuk çiftçisi), Richard D. Wolff (ekonomist), John Hilary (War on Want yardım kuruluşundan) ve Vandana Shiva (çevreci) bulunuyor.

    Belgeselin daha ilk dakikalarda bir tekstil fabrikasının sahibi büyük moda markaların yarışının sıradan tekstil sektörü işçilerine ne denli zarar verdiğini anlatırken imalatçıların önünde fabrikayı kapatmak ile güvenlik önlemlerini göz ardı ederek üretimi ucuza halletmek gibi iki seçeneğin olduğunu söylüyor. Hayatta kalmak için işlerine tutunanların işsiz kalması göze alınacak bir durum olmadığından en düşük ücretlerde ve son derece tehlikeli koşullarda çalışmaya razı olmaktan başka çareleri yok. Hazır giyim ve konfeksiyon sektöründeki bina güvenliği, yangın standartları ve işçi güvenliği gibi asgari çalışma koşullarının sağlanmaması Ali Enterprises tekstil fabrikasındaki yangın sonucu ölen 289 kişinin, Tazreen Fashion tekstil fabrikasındaki yangın sonucu ölen 112 kişinin ve sekiz katlı Rana Plaza binasının çökmesi neticesinde ölen 1134 kişinin hayatına mal oldu. 2012 yılın Eylül ayından 2013’ün Mayıs ayına kadar tekstil sektöründe yaşanan bu üç facia dünyanın gözlerini bir süreliğine oraya çevirmiş olsa da moda endüstrinin üç trilyonluk değerine ulaşmasına hiçbir engel olmadı. O kadar muazzam bir kâr hızlı modanın öncü markalarını yöneten bir avuç insana gidiyorken bu kârın asıl emekçisi olan tekstil sektöründe çalışan milyonlarca insanın günde iki, üç dolara çalıştırılması adil midir? Ne yazık ki bu insafsız durumu onaylayacak ve savunacak bireyler her daim var. Morgan’ın röportaj cağrısına dönüş yapanlar arasında o dönemdeki Texas Tech Üniversitesi Serbest Pazar Enstitüsü müdürü Benjamin Powell ve moda markası Joe Fresh'in eski insan kaynakları direktörü Kate Ball-Young ‘terhanelerin' (sweatshop) çalışılabilecek en kötü yerler olmadığını, insanların çok daha kötü işleri yapabileceklerini, moda endüstrisinin güvenli bir endüstri olduğunu öne sürdü; tabiri caizse, işçilerin insanlık dışı muameleye tabi olma durumu umurlarında bile değildi.

    Mevcut durum ile barışık olmayan işçilerden biri olan Bangladeşli tekstil işçisi Shima Akhter, kendisinin kurduğu sendika yoluyla daha iyi çalışma koşulları talep ettikleri için yöneticiler tarafından dövüldüklerini ağlayarak anlattı. Benzer şekilde, belgesel Kamboçyalı tekstil sektörü işçilerinin asgari ücretlerin artırılmasını talep etmek için sokağa çıktığında polis tarafından yaralandığını ve tutuklandığını gösterdi. Fakat Morgan, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdeki konfeksiyon fabrikalarının kötü çalışma koşullarının moda endüstrisinin yan etkilerinden yalnız bir tanesi olduğunu anlatmaya çalıştı. Teksas’ta organik pamuk çiftçisi Larhea Pepper, giysi yapımında çok kullanılan pamuğun %80’inden fazlasının son on yıl içinde böcek ilaçları gibi çeşitli kimyasallar aracılığıyla genetiğinin değiştirildiğini vurguladı. Genetiği değiştirilmiş pamuğun tohumu ve ürünün korunması için kullanılan kimyasalların fiyatı çok yüksek olduğundan çiftçiler borçlanır, borçlarını ödeyemedikleri içinse toprağını tohumları ve kimyasalları satan Monsanto gibi şirketlere vermek zorundadır. Morgan, son 16 yılda Hindistan'da 250.000'den fazla kayıtlı çiftçi intiharı olduğunu belirtti. Üstelik, Hindistan pamuğunun çoğunun yetiştirildiği Pencap bölgesinde doğum kusurları, kanserler, fiziksel ve zihinsel engellerin sayısında çarpıcı bir artış olduğu fark edildi. Hindistanlı çevre aktivisti Vandana Shiva, tohumları ve pestisitleri üreten şirketlerin aynı zamanda da ilaç şirketleri olduğunu söylüyor, böylece kendi ürettikleri pestisitler nedeniyle ortaya çıkan ciddi hastalıklara çözüm de sundukları için sürekli kazanç sağlarken insanlar ve doğa kayıplara uğruyor. Moda endüstrisine ilişkin olup da çeşitli hastalıklara ve çevresel sorunlara yol açan bir diğer faktör deri üretimidir. Ucuz deri talebinin artmasıyla Kanpur Hindistan’ın deri ihracatı başkenti haline geldi. Belgesele göre her gün 50 milyondan litreden fazla zehirli atık suları Hindistan’daki Ganj Nehrine akarak çevredeki bölgelerde hastalıkların artmasına sebep oldu.

    Morgan, moda endüstrisinin dünyanın en kirletici ikinci endüstrisi olduğunun altını çiziyor. Siegle'ın belirttiği gibi, hızlı modanın yarattığı sistem nedeniyle yılda geleneksel iki mevsim modeli yerine artık yılda yaklaşık 52 sezonumuz var, bu da mağazalara her hafta yeni kıyafetlerin gelmesi anlamına geliyor. Sonuç olarak, dünyada her yıl yaklaşık 80 milyar parça yeni kıyafet tüketiliyor. Kıyafet oldukça ucuz olduğu için kısa bir süreliğine kullanıldıktan sonra atılıyor veya bağışlanıyor. Ve fakat bağışlanan giysilerin yalnızca %10'u geri dönüştürülüyor ya da ikinci el mağazalara gidiyorken geri kalanı çöplüklere gidiyor. Biyolojik olarak parçalanamaz bir kıyafet söz konusu olduğundan 200 yıl veya daha uzun bir süre çöplüklerde kalabiliyor ve atmosfere zararlı gazlar salıveriyor. İkinci el mağazalara giden kıyafetin hepsi satılmazken üçüncü dünya ülkelerine gönderilerek yerel üretimi zayıflatmakla birlikte suyu ve toprağı kirletiyor.

    Belgesel ayrıca Morgan gibi durumun ciddiyetinin farkında olan insanlarla yapılan röportajları da içeriyor. 20 yıl önce Japonya’da adil ticaret ve sürdürülebilir moda şirketini kuran Safia Minney, üreticilerin kârdan adil bir pay aldığı adil ticaret standartlarına göre çalıştıkları müddetçe önümüzdeki dönemde önemli değişimlere imza atacaklarına inanıyor. Küresel yoksullukla mücadele eden bir örgüt olan 'War on Want'ın İcra Direktörü John Hilary ise, insanlara ve gezegene değer veren küreselleşmiş bir dünyada faaliyet göstermeye devam etmenin bir yolunu bulmamız gerektiğini savunuyor. İktisatçı Richard Wolff başta olmak üzere kimi insanlar gerçek sorunun eşitsizlikleri yaratan kapitalist sistemin içinde olduğunu vurgulayarak böyle bir sistemin baştan aşağı değiştirilmesi gerektiğini söylüyorlar. kârın peşinden koşan hızlı modanın öncü markaları; sendikaların olmadığı, kolektif hakların olmadığı, emekli maaşlarının olmadığı ve çok düşük asgari ücretin olduğu yerlere yönelerek oradaki işgücünü istismar ediyorlar. Düşük maliyetli işgücü ve uluslararası pazarlara kolay erişim açısından hızlı moda küreselleşmenin en belirgin etkilerinden biri olabilir.

    İşçileri sömüren hızlı modaya yol açan kapitalist sistemin kendiliğinden değişmesi mümkün olmayacağı için mantıklı düşünen alıcı ve giydiğimiz kıyafetin emekçisine değer veren insanlar olarak hızlı modanın firmalarından kıyafet almayıp tekstil sektörü işçilerinin emeğine saygı duyan firmaları tercih etmemiz, mümkün olduğunca organik ve yerli giysilere öncelik vermemiz ve yeni bir parça kıyafet almadan önce gerekli olup olmadığını iyice düşünmemiz gerekir.

                                                                                   

Nikolina Kojović



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır. Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre: “Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak...