Kasımın
ilk haftası boyunca dünya ABD seçimleri ve geç açıklanan seçim sonuçları
üzerine yoğunlaştı. Bir tarafta iklim değişikliği konusunu dahi yalanlayan ve
ülkesini –her ne kadar uygulanmasa da önemli bir metin olarak ortada duran-
Paris İklim Antlaşması’ndan çeken mevcut başkan Donald Trump ve diğer tarafta
2050 yılına kadar net karbon-sıfır sözü veren ve ülkesini tekrar Paris İklim
Antlaşması’na dahil edeceğini duyuran Joe Biden yer aldı. Birçok iklim
aktivisti, çevre bilimci ve siyasetçi seçim sonuçlarını iklim değişikliği için
bir zafer olarak niteledi. Peki gerçekten öyle mi?
İlk
bakışta, elbette dar bir mantığa sahip ve iklim değişikliğini dahi siyasi
manevraları uğruna yalanlamakta bir beyis görmeyen Trump’ın yerine iklim
değişikliğiyle hem kısa dönemde hem de uzun dönemde savaşma sözü veren Joe
Biden’ın seçilmesi olumlu gözükmektedir. Ancak kapitalist sistemin her ne kadar
eski gücüne sahip olmasa da hegemonu pozisyonunda bulunan devletin iklim
değişikliği konusunda dürüst olması ne kadar muhtemeldir? Öyle ki seçim
yarışları sırasında bir röportajda petrol ve doğalgaz aramaları hakkında
sorulan bir soruya ülke içindeki aramaları durduracağını söyleyemiştir. Lakin
bu önemli ölçüde gerçekleştirdikleri büyük sondaj (hidrolik kırılma)
faaliyetlerini durduracakları anlamına gelmiyor.
Dünyanın
dört bir yerinde, “her şey petrol” mantığıyla hareket eden ve tabiri caizse
kutuplara ellerine kaptıkları buz kırıcılarıyla koşarak giden ABD’nin iklim
değişikliğine karşı doğrudan ve kesin bir pozisyon olması beklenemez. Zira
uzayda dahi madencilik faaliyetleri başlatan bir kapitalist zihniyetten iklim
değişikliğini durdurabilecek yegane güç olmasını beklemek pek mantıklı
değildir. Aslında Elmar Altvater’in “fosil kapitalizm” kavramsallaştırması da,
onun fosil yakıtlara göbekten bağlılığını ortaya koymak noktasında çok
önemlidir. Zaten “uzun dönemde hepimizi ölüyüz”, öyle değil mi? Giovanni
Arrighi’nin sınırsız sermaye birikimi için sınırsız coğrafi yayılım şeklinde
özetlediği neoliberal küreselleşme çağında kapitalist kâr mantığı, hegemon
pozisyonunda bulunan bir devletin iklim değişikliğine doğrudan karşı
çıkabileceği retoriğinin aslında bir göz boyamadan (ya da çevre hareketinde
popüler bir tabir olarak yeşil göz boyamadan) öte olmadığını ortaya
sermektedir. ABD, dünyanın dört bir yanında “ulusal çıkar” adı altında fosil
yakıt arayışını sürdürmeye devam edecektir. Bu onun liderliğini üstlendiği
kapitalist sistemin devamlılığı açısından zorunludur.
Bu
bağlamda eklemek gerekir ki iklim değişikliği, kapitalist kâr mantığı dahilinde
çözülebilecek bir sorun olarak gözükmemekte. Kâr marjı düşünce aklına ilk
olarak işçi ücretlerini düşürmek gelen bir sistemden, fosil yakıtlardan
doğrudan kurtulup da uzun vadeli ve anlamlı bir dönüşümü beklemek çok mantıklı
gözükmüyor. Bugün dahi yeşil etiket altında yaptığı birçok şey, kendi krizinden
kendini kurtarmak arayışından öte değildir. Birçok petrol şirketinin kendi
varlıklarını sürdürürken bir yandan da yenilenebilirliği desteklediklerini
duyurması gibi bir durum.
Göreve
geldikten sonra Biden’ın da ABD’nin de iklim değişikliği konusunda atacağı
birkaç ülkesel adımı göreceğiz. Ancak ABD’nin halen daha Orta Doğu petrolleri
için vekalet savaşlarında var olduğunu, kutuplarda buz kırıcılarla nasıl
egemenlik paylaşım savaşlarının başını çektiğini, dünyayı kirlettiği yetmediği
gibi uzayda akıl almaz şekilde nasıl maden çılgınlığına büründüğünü de
izleyeceğiz...
-Mertcan Keleş
Yorumlar
Yorum Gönder