Ana içeriğe atla

Lenin’de İdeoloji ve Emperyalizm Üzerine Düşünceler

      1917 yılından 1991 yılına kadar geçen sürede Sovyetler Birliği, devrim öncesi öngörülerden oldukça farklı bir siyasal kurgunun eseri olarak varlığını sürdürdü ve onu kuran stratejik-teorik kavrayışın giderek dönüştüğüne tanıklık etti. Her ne kadar bu dönüşüm büyük çaplı olsa da bugün dahi Rusya’da veya dünyanın başka yerlerinde bu geleneği takip eden birçok grup için önemli şeylerden biri yöntem, ideoloji, parti ve sınıf arasındaki örtüşmedir. Bu yazıda bir marksist olarak Lenin’in ideoloji ve emperyalizme bakışının işçi sınıfının sahip olduğu yapısal konumdan türediğini ve bu konumun failliği yarattığını anlatmaya çalışacağım. Dolayısıyla Lenin için yapının faili kısıtlayıcı niteliği olmadığını ifade edeceğim. Eğer kavramsal veya olgusal bir hatam varsa, okurun hoşgörüsünü diliyorum.
İdeoloji, marksist gelenek içinde farklı şekillerde kavranmıştır, ve Lenin’in ideoloji kavrayışı da Marx’ınkinden farklılaşır. Marx Alman İdeolojisi’nde, ideolojiyi “camera obscura”, kişinin maddi ilişkiler içindeki yerini çarpıtan bir kerteriz olarak yanlış bilinç biçiminde ve toplumsal niteliğiyle tanımlamış, başka bir çalışmasında özel olarak ideolojiyi incelememiştir. Burada Marx, kaba materyalizmi burjuvazinin, orta sınıfın ideolojisi olarak Feuerbach ile ilişkilendirmiş, dinsel yabancılaşmanın aşılması olarak hümanizmin idealist niteliğini vurgulamış ve yabancılaşmaya dair toplumsal bir kavrayış geliştirmeye çalışarak tarihsel materyalizmin, nesnelerin birer ‘şey’ olarak doğalarıyla değil, diğer nesnelerle maddi fakat ampirik olanın ötesinde kurulan ilişkisellikleriyle ilgilendiğini belirtmiştir.
Bu değerlendirmeler, 1932 yılında Alman İdeolojisi’nin yayımlanmasına kadar bilinmediğinden, Kapital’in birinci cildinde metanın mistik doğası ve fetişizmle ilgili cümleler (ve Hegel’in yazıları), Lenin’in ideolojinin üretim ilişkileri içinde sahip olunan konumla ilgili olduğu biçimindeki kavrayışa temel teşkil etmiştir. Lenin’e göre ideoloji, sınıfın yapısal konumunun doğrudan ‘yansıma’sıdır. Böylece marksizm, işçi sınıfının maddi ilişkiler, üretim ilişkileri içindeki pozisyonunun farkındalığının bilinçte aldığı biçim olmaktadır. Dolayısıyla Lenin için ideoloji sınıftan türer, sınıfa dayatılmaz. Böyle düşünüldüğünde Marksizm, proletaryanın kavrayışının yöntemi ve kendiliğinden bilinci olarak çift yönlü bir doğaya sahiptir. Marksist yöntemle yapılan analizler, işçi sınıfıyla doğrudan bağlantılıdır. 
Bu analizlerden biri olan emperyalizm Lenin’in teorisinin geneli için önemli bir yere sahiptir. N.Buharin ve R. Hilferding’in düşüncelerinden beslenen Lenin’e göre tarihsel bir olgu olan emperyalizm sermayenin tekelleştiği, buna bağlı olarak finans kapitalin, sermaye ihracının öneminin artmasıyla tanımlanır. Tekelleşme sermaye birikiminin geniş coğrafyalara yayılması ihtiyacını doğurur ve tekeller arası ekonomik rekabet, devletler arası askeri rekabetle el ele gider. Dolayısıyla Lenin’in emperyalizm kavramının en önemli özelliklerinden biri, K.Kautsky’nin ultra-emperyalizm olarak adlandırdığı, sanayi sermayesi öncülüğündeki barışçıl birikim biçiminden kökten ayrılmasıdır, zira Lenin, Kautsky’nin gerici olarak gördüğü finans kapitalin sanayi sermayesiyle bütünleştiğini söylemiş, Kautsky ise bu iki sermaye grubu arasında ayrım yapmıştır. Kautsky’nin düşüncesinin strateji açısından sonucu ‘ilerici’ ulusal burjuva fraksiyonlarıyla işçiler arasında bir ulusal ittifak kurulabileceği düşüncesidir. Lenin, bu ittifaka emperyalizmin finansal niteliği nedeniyle karşı çıkar, emperyalizm çağında burjuvazinin hiçbir fraksiyonu ilerici veya barışçı olamaz. Bu nedenle emperyalizm çağında ileri yegane adım sosyalizm olabilir. Emperyalizm sosyalizmin önkoşuludur ve burjuvazinin emperyalizm çağında bütünleşik niteliği sınıfsal ittifakların alabileceği biçimi açıkça ortaya koyar. Bu ittifak Rus devriminde görünür hale gelen, sanayi proletaryası öncülüğündeki işçi, köylü ve asker ittifakıdır ve Kautsky’nin sosyalist stratejisinin aksine enternasyonel nitelik taşır.  Bu ulusal eğilimler Lenin başta olmak üzere birçok devrimci tarafından mahkum edilmiş, Rus devrimi ve bir ölçüde Sovyetler Birliği bu kavrayışın sağladığı stratejik olanaklar ile gerçekleşmiştir ve bu analiz az önce bahsedilen anlamda ideolojik nitelik taşır. İdeoloji, marksist yöntem, parti gibi kavramlar Lenin için faillik noktasında örtüşür. Emperyalizm bu açıdan evrensel sınıf olan proletaryanın ideolojisinin enternasyonel niteliğini yansıtır.
Lenin’in ideolojiyi burjuva veya işçi sınıflarının organik bilinci olarak kavraması Marx’ın Alman İdeolojisi gibi ilk dönem yazılarının o dönemde bilinmemesi ile bağlantılıdır. Lenin’e benzer şekilde Batı Marksizmi’nin önemli isimlerinden Lukacs da ideolojiyi özne merkezli bir yaklaşımla değerlendirmekte ve Hegel üzerinden anlamaktadır. Her ne kadar Lenin’in Hegelcilikle ilişkisi Lukacs’ınki kadar açıkça belirtilmiş bir yan taşımasa da, Lenin ve Hegel bağlantısı üzerine yapılmış çalışmalar mevcuttur. Lenin’in düşüncesi yapı ve fail arasında bir ikilik varsaymaz veya öngörmez. Failliği yaratan durum bizzat yapısal konumlanıştan türemektedir. Bu bakış, tarihsel süreç içinde açımlanan tin olarak işçi sınıfı bilinci biçiminde Hegel ile bağlantısı kurulabilecek bir özbilinç teorisi olarak görülebilir. Evrensel karakter taşıyan işçi sınıfının yabancılaşmanın bilincine vararak yabancılaşma unsurlarını yok edeceği bir süreç olarak “proletarya diktatörlüğü”, bu anlamda özbilincin gerçekleştirilmesine de karşılık gelmektedir. Emperyalizm’e de bu evrensel bilincin sınır tanımaz niteliğini yansıtan bir kavram ve analiz olarak da bakılabileceğini düşünüyorum.


Deniz Ekim

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır. Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre: “Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak...