Ana içeriğe atla

Hispania: Geçmişten Günümüze İspanya - I

   
     

       Geçmişten Günümüze İspanya Serisine Dair
   Bu seriye başlamaktaki amacım, İspanya tarihi hakkında hem benim hem de okuyucuların bir fikre sahip olmasını ve en azından önümüzde ki günlerde yazacağım yazıları benim daha iyi yazmamı ve okuyucunun daha keyifli bir okuma gerçekleştirmesini sağlamak. İspanya tarihini bölümlere ayırarak yazılarımın içeriğini belirledim. Birinci bölüm, İberya’dan Roma İmparatorluğu öncesi dönemi, Roma İmparatorluğu dönemini ve Visigot Krallığını; ikinci bölüm, Müslümanların İberya’da yükselişini, İberya’nın yeniden fethini (reconquista-1492); üçüncü bölüm, 1492’den 1898’e; dördüncü bölüm, 1898’den 1939’a; beşinci bölüm 1939’dan 1975’e; altıncı bölüm ise 1975’den günümüze kadar olan gelişmeleri konu edinecek. Açıkcası, bu altı bölüm ileride yazacağım yazılara hem benim için hem de okuyucu için bir referans noktası olacak. Bu altı bölümü bitirdikten sonra Türkiye, Avrupa Birliği ve İspanya ilişkilerini merkeze yerleştirerek Kuzey Afrika ve Orta Doğu (MENA), Akdeniz ve Güney Avrupa bölgelerinde gerçekleşen daha yakın tarihli veya güncel olayları konu olarak seçeceğim.


    İberya’da Roma İmparatorluğu Dönemi ve Visigot Krallığı
      İberya’da Roma öncesi döneme ait bilgiler çok az olmakla birlikte genel olarak basit bir şekilde tanımlanmıştır. İberya’nın antik sakinlerinin (ancient habitants) etnik ve coğrafi kökeni birçok tartışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu konuda iki tez ön plana çıkmıştır. 20.yüzyılın başlarında ‘Hispanic’ kabilelerin -İberya’da bulunan küçük kabileler- Afrika’nın kuzey batısından göçen beyaz göçmenlerin devamı olduğunu öne süren ‘Afrika’ tezi ön plandaydı. Son zamanlarda ise Güney Avrupa’dan ve Doğu Akdeniz’den gelen kültürel etkilere ve göçlere dikkat çekiliyor. Sonucu kesinleştirecek bir çıkarım yapılamamasına karşın kanıtların ağırlıklı çoğunluğu bu ‘Avrupai’ yorumu ön plana çıkartmaktadır. Yarımada da ki en geniş etnik grup bölgeye küçük topluluklar halinde yayılmış olan İberyalıları bir köşeye bırakacak olursak, Merkez veya Kuzey Avrupa’dan bölgeye göçenler sırasıyla; Keltler, ’Tartessians’-Tartessiyanlar-, Kartacalılar ve Romalılar’dır. Yarımadaya dair en dikkat çekici ayrıntı ise yarımadanın tarih boyunca coğrafî ve kültürel-etnik bölgelere ayrılmış olmasıdır.
   İberya’da ikâmet edenlerin tarihi çok eskilere dayanmakla birlikte Fenikeliler‘in (Phoenicians) adaya yerleşmelerini başlangıç noktası olarak kabul edebiliriz. Sonrasında özellikle yarımadanın sahil bölgelerinde Yunanlıların (Greeks) ve Kartacalıların (Carthaginians) hakimiyet kurduklarını biliyoruz. Günümüz de Tunus bölgesinde kurulan Kartaca, zamanla genişlemiş ve Akdeniz’de önemli bir güç haline gelmiştir. Roma İmparatorluğu ile Sicilya ve Sardinya başta olmak üzere İberya’da çatışmış Kartacalıların en önemli generallerinden Hannibal Barca, Roma İmparatorluğu’nu savaş alanlarında birçok yenilgiye uğratmış ve Roma’yı çok yakından tehdit etmiştir. Fakat Roma İmparatorluğu, Kartacalıların Hannibal’a desteği kesmesinden yararlanmış ve gelen yardımları önleyerek Kartacalıları önce Roma’nın kuzeyinde sonra da İberya’da mağlup etmiştir. İkinci Pön Savaşı ile beraber Roma İmparatorluğu İberya’da Kartaca hakimiyetini sonlandırmış (M.Ö 206) ve bölgede varlığını güçlendirmeye başlamıştır.
   Romalılar İberya yarımadasını ‘Hispania’ olarak adlandırmışlar ve Kartacalıların bulunduğu bölgeyi yakın ve uzak olarak ikiye ayırmışlardır (Hispania  Citerior ve Hispania Ulterior). İlk başlarda Kartacalıların varlık gösterdiği güney sahil şeridinde hakimiyet kuran Roma İmparatorluğu zamanla birlikte bütün yarımadanın kontrolünü elinde toplamıştır. Bu elinde toplama süreci bir fetih mantığıyla gerçekleşmemiş ve İberya’da bulunan birbirinden bağımsız birçok küçük toplulukların huzursuzluk oluşturmaları ve isyanı teşvik etmeleri sebebiyle aslında Roma’nın bunları etkisizleştirme amacıyla genişlemeye başladığını görüyoruz. Bu genişleme sonrasında başlatılan Romalılaştırma süreci (Romanization process) ile beraber yarımada da Hristiyanlık yayıldı ve Latin alfabesi kullanılmaya başlandı. (Burada İngilizce literatürde kullanılan ‘romanization’ kavramı aslında dilbilimciler tarafından Latin alfabesine geçiş olarak tanımlanmış, ‘romanization process’i ben genel anlamda bir asimilasyon veya benzeşme süreci olarak tanımladım ve bunun toplumun dilini Latin alfabesine geçiş olarak, dini ise Katolikleştirme olarak etkilediğini belirtebiliriz.) Buna ek olarak, Romalılar İberya’da bulundukları süre boyunca şehirleri geliştirmişler ve yeni şehirler kurmuşlardır. Kurulan bu şehirlerin (Zaragoza, Valensiya, León) de İspanya tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, inşa ettikleri yollar ile Hispanic toplulukları birleştiren (unified) Romalılar siyasi birliği ve hukuki normları adaya ilk getiren imparatorluktur.
    Roma hakimiyetinin çözülmeye başlaması ve Visigot krallığının onun yerini alması uzun ve yavaş bir süreç olmuştur. İberya’da yavaş yavaş genişleyerek yayılıp hakimiyetini kuran Visigot Krallığı, Roma İmparatorluğu’na çok yakın bir bölgede, Gaul, kurulmuş ve Roma İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasının en büyük sebeplerinden birisi olmuştur. İberya’da Roma hakimiyeti Alman asıllı Vandalların, Suevilerin ve birkaç Alman asıllı farklı topluluğun bölgeye yönelik yıpratıcı (attrition) saldırıları ile sarsılmaya başladı. Roma’nın merkezde güç kaybetmesinin ardından İberya’da da hakimiyetini kaybetmeye başlaması sonrasında Visigotlar İberya’ya yavaş yavaş hakim olmaya başladılar. Öncelikle Vandalları ve diğer grupları elimine eden Visigotlar en son Suevilerin hakimiyetini de ortadan kaldırınca İberya’nın tamamına hükmetmeye başladılar. Visigotlar ile birlikte İberya’da Hispanic yaşantının ekseni ilk defa sahilden iç kesimlere, Toledo, doğru bir kayma gerçekleştirdi. Visigot Krallığı, kendisini Roma’nın halefi olarak gördü ve Roma’nın belirli sembollerini kullandı. Daha önce de belirttiğimiz gibi Roma İmparatorluğu döneminde dahi etkisizleştirilemeyen İberya’yı bölen güçlü/etkili bölgesel ve etnik farklılıklar, Visigotlar döneminde daha da derinleşerek artan bir problem haline gelmiştir. Problemin derinleşmesinde Visigotlar’ın  uyumlu bir yönetim oluşturamamaları, siyasi ve toplumsal yapı kırılgan ve tutarsız bir şekilde gelişme göstermesi etkili olmuştur. Ayrıca yine aynı sebepler nedeniyle Visigot Krallığı çok kolay ve ani bir şekilde yıkıldı. 
    Visigot Krallığı döneminde adanın yönetimi belirli sayıdaki elitler tarafından seçilen bir kral tarafından yürütülmekteydi. Elitlerin birbirleri ile çatışmaları yönetimin de zayıflamasına sebep olmuştur. Zayıf bir yönetim ve zayıf siyasi bağlar üzerine kurulan bu sistemde belirli iç karışıklıklar 8.yüzyılın başlarında ortaya çıkmaya başladı. Wittiza’nın (Visigotik Kral) takipçileri rakiplerinin   (Roderic) seçilmesini kabul etmediler ve Kuzey Afrika’da bulunan Müslüman yöneticilerden yardım istediler. İlk başta sadece bu çağrıya cevap vermek ve belirli bir ganimet elde etmek için başlayan bu baskın (raid), çoğunlukla Kuzey Fas’ta bulunan berberlerden oluşan bir ordu tarafından 711’de Cebelitarık üzerinden gerçekleştirilmişti. Bu baskının beklediklerinden daha kolay bir şekilde gerçekleştiğini düşünen ve Visigotik Krallığın sahip olduğu siyasi ve oligarşik boşluğu (hollowness) gören Müslümanların amaçları farklı bir boyut kazanmaya başladı. İlerleyen Müslüman ordusuna yapılan takviyeler ve Visigotik yönetimin ortadan kaybolması ile Müslümanlar pek de zorlanmadan İberya’ya hakim olmaya başladılar. 



Yasir Safa Doğancil

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hollywood Grevi: Yapay Zeka ve Yaratıcı Gayri-Maddi Emek

2 Mayıs 2023 tarihinde Amerikan Senaristler Birliği’nin ( Writer Guild of America - WGA ) çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefiyle başlattığı Hollywood Grevi, ABD’nin eğlence sektöründe uzun süredir görülmeyen kapsamlı bir iş bırakma eylemine dönüştü. Temmuz ayının ortalarına doğru Beyaz Perde Aktörleri Derneği ( Screen Actors Guild - SAG ) ile Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçılarının ( American Federation of Television and Radio Artists - AFTRA ) bir araya gelerek oluşturduğu Amerikan Oyuncular Sendikası’nın ( SAG-AFTRA ) WGA’nın 2 Mayıs’ta başlattığı greve katılmasıyla birlikte iş bırakma eylemlerinin kapsamı daha da genişledi. Grev devam ederken ülkede yayınlanan ünlü talk show’lar ve dizilerin kesintiye uğraması dışında, bazı sinema filmlerinin vizyon tarihleri değiştirildi.   Yaklaşık beş aylık bir süreyi kapsayan Hollywood Grevi 25 Eylül’e gelindiğinde taraflar arasında uzlaşıya varılması sonucu askıya alındı. Fakat kısa bir süre sonra bu uzlaşının, sadece senaryo yaz...

Elinizi Çabuk Tutun Yoksa Gramsci de Trump'a Oy Verecek(!)

Gazete Oksijen’in geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal yazarı Kevin T. Dugan tarafından kaleme alınan “Meet MAGA’s Favorite Communist” başlıklı yazısını “Gramsci nasıl Trumpçıların favori komünisti oldu?” başlığıyla Türkçe’ye çevirmesi hatrı sayılır bir süre önce dolaşıma giren bir anlatıyı yeniden keşfetmeme neden oldu; Aşırı sağın Gramsci’nin başta (kültürel) hegemonya olmak üzere kimi fikirlerini sahiplendiği iddiasını temeline alan bu yazılar, kültürel çalışmalardan uluslararası ilişkilere bir çok disiplinde pek çok kez “esnetilmeye çalışılan” Gramsci teorilerine benzer bir biçimde, çarpık bir anlatıyı sahiplenerek okuyucuya olmayan ve/veya eksik bir Gramsci anlatısı sunuyor. Tıpkı geçtiğimiz yıl sonlarında Giorgio Ghiglione’nin Foreign Policy’de yazdığı “Why Giorgia Meloni Loves Antonio Gramsci” başlıklı yazısı gibi, WSJ’de yer alan bahse konu yazıda, Gramsci’nin “sınıf mücadelesinin merkezine ekonomi yerine kültürü koyduğu” iddia ediliyor. Her iki yazıda örneğine kolaylıkl...

Çeviri | Guglielmo Carchedi - Makineler Değer Yaratır Mı?

(Artık) Değerin Tek Kaynağı Olarak Soyut Emek Soyut emeğin değerin ve artık değerin tek kaynağı olması Marx’ın iktisat kuramının temel varsayımıdır. İlk olarak, neden emekçiler (artık) değer yaratsın ki? En sık duyulan itiraz, üretim araçlarını ve sermayedarları (artık) değerin üreticilerinin dışında tutmak için hiçbir nedenin bulunmadığıdır. Üretim araçlarıyla ilgili olarak, argüman iki türe ayrılabilir. Daha fazla aşırıya kaçan argüman, emekçilerin yokluğunda üretim araçlarının (artık) değer üretebileceğini savunmaktadır. Örneğin, Dmitriev’in iddiasına göre: “Tüm ürünlerin sadece makinelerin çalışmasıyla üretildiği bir durumu tasavvur etmek kuramsal açıdan mümkündür; öyle ki hiçbir canlı emek birimi (ister insan isterse de başka bir tür olsun) üretime katılmamakta ve buna rağmen belirli koşullar altında bu durumda endüstriyel kâr ortaya çıkabilmektedir; bu, üretimde ücretli işçileri kullanan günümüzün sermayedarlarının elde ettiği kârdan herhangi bir şekilde temelde farklılaşmayacak...