Rusya Federasyonu’nda Sovyet döneminden kalma bir gelenek olarak kabul edilen ve düzenli olarak her yıl 1 Eylül’de kutlanan Bilim Günü, ülke tarihindeki en acı hatıralardan birini içinde barındırıyor. Beslan faciası olarak akıllara kazınan bu hatıra, 1999 yılında patlak veren Rus-Çeçen Savaşı’yla birlikte ülke genelinde art arda gerçekleştirilen terör saldırılarından biri ve belki de en korkuncuydu. 2004 yılının Eylül ayında Kuzey Osetya’nın Beslan kentindeki bir okulda sabah saatlerinde başlayan bayram kutlamaları, Çeçen militanlar tarafından gerçekleştirilen saldırı sonucunda 54 saat süren bir trajediye dönüşmüştü. Yaklaşık olarak 1.100 kişinin rehin alındığı saldırının üçüncü gününe gelindiğinde, yarısından fazlası çocuk olmak üzere, 300’den fazla insan hayatını kaybetmiş ve 700’den fazla insan yaralanmıştı. Saldırıyı gerçekleştirilen Çeçen militanlardan sadece bir kişi hayatta kalmayı başarmış ve mahkemeye çıkarıldıktan sonra ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Çeçen militanların lideri Şamil Basayev, saldırı sonrasında rehin alma faaliyetinin sorumluluğunu üstlense de, asıl suçlunun kurtarma operasyonu düzenleyen ve yüzlerce insanın ölümüne neden olan Kremlin olduğunu ifade etmişti. Her ne kadar hükümet, rehinelerin hayatlarını riske atmamak için gereken tüm önlemlerin alındığını belirtse de, hayatta kalan insanların olaya ilişkin ifadeleri ve hayatını kaybeden insanların yakınlarının cevapsız bırakılan soruları, mahkemeye çıkarılan saldırganın iddiaları, 2004 yılı sonrasında hükümetin krizi fırsata çevirmeye yönelik hamleleri ve son olarak 2017 yılında AİHM’in Rusya güvenlik güçleri aleyhine aldığı karar, Beslan faciasının akıllarda bir çok soru işareti bırakmasına neden olmuştur.
Beslan krizi, eğitim öğretim yılı kutlamalarının devam ettiği sabah saatlerinde patlayıcı silahlarla donanmış Çeçen militanların havaya ateş ederek öğrencileri, velileri, öğretmenleri ve okulda çalışan işçileri okulun spor salonunda rehin almasıyla başladı. Güvenlik güçlerinin okulu kuşattığı saatlerde spor salonunda patlayıcı düzenekler kuran militanlar, dışarıdan yapılacak herhangi bir müdahele sonucunda kaybedecekleri bir militana karşılık 50 kişinin öldürüleceğini ve dönemin Kuzey Osetya Başkanı Aleksandr Sergeyevich Dzasokhov olay yerine gelip müzakerelere başlanılmadığı sürece rehinelere su ve yiyecek verilmeyeceğini güvenlik güçlerine belirttiler. Ardından, rehin alınan çocukların herhangi bir müdahele yapılmadan kurtarılması için 2002 yılındaki Dubravko Tiyatrosu kuşatmasında benzer bir görev üstlenen pediyatri uzmanı Leonid Roshal militanlarla görüşme gerçekleştirdi, fakat saldırının ilk günü herhangi bir sonuç alınamadan tamamlandı. İlk günkü başarısızlığın ardından, 2 Eylül’de Vladimir Putin yaptığı basın açıklamasında önceliğin, rehin alınan insanların kurtarılması olduğunu belirtse de, konuşma sırasında Sovyetler Birliği tarihi ve Beslan kentinin jeostratejik önemi hakkında kurduğu cümleler halkın öfkelenmesine neden oldu. Öğle saatlerine doğru ise İnguşetya’nın eski başkanı ve emekli general Ruslan Aushev Çeçen militanlarla bir araya gelerek rehinelerden bir kaçının serbest bırakılmasına olanak sağladı ve militanların Çeçenistan’ın bağımsızlığına yönelik taleplerini hükümete iletti. Bilinebileceği üzere, hükümetin böyle bir talebi kabul etmesi mümkün değildi. Buna rağmen taraflar arasındaki görüşmeler, saldırının üçüncü gününde beklenmedik patlamaların gerçekleştiği ve güvenlik güçleriyle militanlar arasında çatışmaların başladığı ana kadar devam etti. Arka arkaya gerçekleşen iki patlama sonucunda ise taraflar arasında devam eden müzakereler büyük bir çatışmaya dönüştü. Patlamanın ardından binayı terk etmek isteyen yüzlerce insan çatışma sırasında hayatını kaybetti.
Bu trajik durum, birçok soruyu da beraberinde getirdi. Çatışmadan sağ kurtulan Çeçen militan Nur-Pashi Kulayev’in ve okulun spor salonunda rehin tutulan insanların ifadesine göre, ilk patlama, ayağı bomba düzeneğine bağlı silahlı militanın keskin nişancılar tarafından vurulması sonrasında gerçekleşmişti. Patlamadan sonraki saatlerde başlayan çatışmalarda ise güvenlik güçlerinin Çeçen militanlara karşı alevli silah ve termobarik bomba kullandığı ve bu silahların binada bulunan yüzlerce insanın ölümüne neden olduğu iddia edildi. Yetkililer ise söz konusu silahların, binada bulunan tüm rehinelerin ölümünden sonra kullanıldığını iddia ettiler. Benzer şekilde, saldırıya ilişkin soruşturmaya başkanlık eden Rusya Başsavcı Yardımcısı Nikolai Shepel, güvenlik güçlerinin ihmalkarlığına ilişkin herhangi bir delilin bulunmadığını ifade etti. Olay mahalinde bulunan delillerin saldırıdan hemen sonra ortadan kaldırıldığına ilişkin iddialar ise hiçbir sonuç vermedi. Böylelikle, Aralık 2005 yılında soruşturma tamamlandı ve olayda herhangi bir ihmalin söz konusu olmadığına karar verildi. Fakat yerel halk ve hayatını kaybeden insanların yakınları, söz konusu kayıpların asıl sorumlularının, yani gereken önlemi almayan ve sorumsuz davranan hükümetin hesap vermesini talep ettiler. Ülke içinde yürütülen soruşturmanın sonuçsuz kalması nedeniyle Beslan faciasının mağdurları, Kasım 2007 yılında AİHM’e başvuru (Tagayeva and Others v. Russia) yaptı. Mahkeme, 2017 yılında açıkladığı kararında AİHS’in 2. maddesi kapsamında yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme ilgili kararda, saldırıya ilişkin önceden alınan istihbarata rağmen, devlet tarafından gerekli önlemlerin alınmadığını; operasyon esnasında güvenlik güçleri arasında koordinasyonun bulunmadığını; saldırı sırasında el bombası, alevli silah ve tank bombası gibi rehinelere zarar verebilecek silahların kullanıldığını; saldırıya ilişkin yapılan soruşturmada delillerin yeterince incelenmediğini; mağdurların saldırıya ilişkin bilgilere ulaşımının yetkili makamlar tarafından defalarca engellendiğini belirtti. Son olarak, mahkemeye başvuran ailelere devlet tarafından manevi tazminat olarak toplam 2.955.000 Euro, başvuranların temsilcilerine ise masraflar için toplam 88.000 Euro ödeneceğine karar verildi.
Fakat başvurucuların lehine alınan bu kararlar, otoriter bir rejimle yönetilen halk için uzun vadede etkili olabilecek sorunların görmezden gelinmesine engel olmamalıydı. Bu sorunlar, 1998 yılında Ole Waever tarafından, siyasal olarak nitelenen herhangi bir meselenin, siyasetin dışına çıkarılarak olağanüstü bir biçimde ele alınmasını ifade etmek için ortaya atılan ‘güvenlikleştirme’ kavramıyla beraber düşünüldüğünde, daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kavram, üç farklı aşamanın varlığına işaret etmekteydi. İlk aşamada, ele alınan mesele, güvenliğin referans nesnesine karşı varoluşsal bir tehdit olarak tasvir edilmelidir. Referans nesnesi bir devlet, ulus, azınlık vs. olabilir. İkinci aşamada, belirli sayıdaki aktör grubu tarafından tehdide karşı önlemler alınması gerekmektedir. Genellikle burada siyasi karar vericiler kastedilmektedir. Son aşamada ise, acil olarak önlenmesi gereken bir tehdidin varlığı, toplumun tümü tarafından kabul edilmelidir. Benzer bir şekilde, Beslan saldırısı nedeniyle toplumun can güvenliğine ilişkin terör tehdidi ve söz konusu tehdidin aciliyetinin toplum nezdinde kabul görmesi, kapalı kapılar ardında alınan kararları meşru kılmak için yeterli bir sebep oldu. Saldırı sonrasında kamuoyuna açıklamalarda bulunan Vladimir Putin, uluslararası terörizmin bir parçası olarak değerlendirdiği Beslan terör saldırısını sadece bir devlet başkanına, bir parlamentoya veya bir hükümete değil, tüm ulusa yapılan bir saldırı olarak nitelendirdi. Ulusun güvenliğine yönelik tehdidin boyutu, aynı zamanda alınacak önlemlerin kapsamına da işaret etmekteydi. Nitekim saldırının akabinde, Rusya Federasyonu içerisinde yer alan cumhuriyetlerin yöneticilerinin seçilmesine ilişkin yapılan yasa değişikliği önerisiyle ilk adım atıldı. Putin tarafından önerilen yasa değişikliği kısa sürede kabul edildi. Aynı zamanda siyasal partiler ve saldırıya ilişkin araştırmalar yapan medya kuruluşlarına yönelik baskıların artmasıyla beraber sıkı tedbirler alındı. Böylelikle güvenlikleştirme süreci, uzun vadede otoriter yönetimin çıkarları lehine çalışan bir mekanizmaya dönüştü ve son kertede, Rusya hükümeti, Beslan krizini güvenlik kisvesi altında fırsata dönüştürme konusunda dikkate değer bir başarı gösterdi.
Beslan krizi, eğitim öğretim yılı kutlamalarının devam ettiği sabah saatlerinde patlayıcı silahlarla donanmış Çeçen militanların havaya ateş ederek öğrencileri, velileri, öğretmenleri ve okulda çalışan işçileri okulun spor salonunda rehin almasıyla başladı. Güvenlik güçlerinin okulu kuşattığı saatlerde spor salonunda patlayıcı düzenekler kuran militanlar, dışarıdan yapılacak herhangi bir müdahele sonucunda kaybedecekleri bir militana karşılık 50 kişinin öldürüleceğini ve dönemin Kuzey Osetya Başkanı Aleksandr Sergeyevich Dzasokhov olay yerine gelip müzakerelere başlanılmadığı sürece rehinelere su ve yiyecek verilmeyeceğini güvenlik güçlerine belirttiler. Ardından, rehin alınan çocukların herhangi bir müdahele yapılmadan kurtarılması için 2002 yılındaki Dubravko Tiyatrosu kuşatmasında benzer bir görev üstlenen pediyatri uzmanı Leonid Roshal militanlarla görüşme gerçekleştirdi, fakat saldırının ilk günü herhangi bir sonuç alınamadan tamamlandı. İlk günkü başarısızlığın ardından, 2 Eylül’de Vladimir Putin yaptığı basın açıklamasında önceliğin, rehin alınan insanların kurtarılması olduğunu belirtse de, konuşma sırasında Sovyetler Birliği tarihi ve Beslan kentinin jeostratejik önemi hakkında kurduğu cümleler halkın öfkelenmesine neden oldu. Öğle saatlerine doğru ise İnguşetya’nın eski başkanı ve emekli general Ruslan Aushev Çeçen militanlarla bir araya gelerek rehinelerden bir kaçının serbest bırakılmasına olanak sağladı ve militanların Çeçenistan’ın bağımsızlığına yönelik taleplerini hükümete iletti. Bilinebileceği üzere, hükümetin böyle bir talebi kabul etmesi mümkün değildi. Buna rağmen taraflar arasındaki görüşmeler, saldırının üçüncü gününde beklenmedik patlamaların gerçekleştiği ve güvenlik güçleriyle militanlar arasında çatışmaların başladığı ana kadar devam etti. Arka arkaya gerçekleşen iki patlama sonucunda ise taraflar arasında devam eden müzakereler büyük bir çatışmaya dönüştü. Patlamanın ardından binayı terk etmek isteyen yüzlerce insan çatışma sırasında hayatını kaybetti.
Bu trajik durum, birçok soruyu da beraberinde getirdi. Çatışmadan sağ kurtulan Çeçen militan Nur-Pashi Kulayev’in ve okulun spor salonunda rehin tutulan insanların ifadesine göre, ilk patlama, ayağı bomba düzeneğine bağlı silahlı militanın keskin nişancılar tarafından vurulması sonrasında gerçekleşmişti. Patlamadan sonraki saatlerde başlayan çatışmalarda ise güvenlik güçlerinin Çeçen militanlara karşı alevli silah ve termobarik bomba kullandığı ve bu silahların binada bulunan yüzlerce insanın ölümüne neden olduğu iddia edildi. Yetkililer ise söz konusu silahların, binada bulunan tüm rehinelerin ölümünden sonra kullanıldığını iddia ettiler. Benzer şekilde, saldırıya ilişkin soruşturmaya başkanlık eden Rusya Başsavcı Yardımcısı Nikolai Shepel, güvenlik güçlerinin ihmalkarlığına ilişkin herhangi bir delilin bulunmadığını ifade etti. Olay mahalinde bulunan delillerin saldırıdan hemen sonra ortadan kaldırıldığına ilişkin iddialar ise hiçbir sonuç vermedi. Böylelikle, Aralık 2005 yılında soruşturma tamamlandı ve olayda herhangi bir ihmalin söz konusu olmadığına karar verildi. Fakat yerel halk ve hayatını kaybeden insanların yakınları, söz konusu kayıpların asıl sorumlularının, yani gereken önlemi almayan ve sorumsuz davranan hükümetin hesap vermesini talep ettiler. Ülke içinde yürütülen soruşturmanın sonuçsuz kalması nedeniyle Beslan faciasının mağdurları, Kasım 2007 yılında AİHM’e başvuru (Tagayeva and Others v. Russia) yaptı. Mahkeme, 2017 yılında açıkladığı kararında AİHS’in 2. maddesi kapsamında yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme ilgili kararda, saldırıya ilişkin önceden alınan istihbarata rağmen, devlet tarafından gerekli önlemlerin alınmadığını; operasyon esnasında güvenlik güçleri arasında koordinasyonun bulunmadığını; saldırı sırasında el bombası, alevli silah ve tank bombası gibi rehinelere zarar verebilecek silahların kullanıldığını; saldırıya ilişkin yapılan soruşturmada delillerin yeterince incelenmediğini; mağdurların saldırıya ilişkin bilgilere ulaşımının yetkili makamlar tarafından defalarca engellendiğini belirtti. Son olarak, mahkemeye başvuran ailelere devlet tarafından manevi tazminat olarak toplam 2.955.000 Euro, başvuranların temsilcilerine ise masraflar için toplam 88.000 Euro ödeneceğine karar verildi.
Fakat başvurucuların lehine alınan bu kararlar, otoriter bir rejimle yönetilen halk için uzun vadede etkili olabilecek sorunların görmezden gelinmesine engel olmamalıydı. Bu sorunlar, 1998 yılında Ole Waever tarafından, siyasal olarak nitelenen herhangi bir meselenin, siyasetin dışına çıkarılarak olağanüstü bir biçimde ele alınmasını ifade etmek için ortaya atılan ‘güvenlikleştirme’ kavramıyla beraber düşünüldüğünde, daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kavram, üç farklı aşamanın varlığına işaret etmekteydi. İlk aşamada, ele alınan mesele, güvenliğin referans nesnesine karşı varoluşsal bir tehdit olarak tasvir edilmelidir. Referans nesnesi bir devlet, ulus, azınlık vs. olabilir. İkinci aşamada, belirli sayıdaki aktör grubu tarafından tehdide karşı önlemler alınması gerekmektedir. Genellikle burada siyasi karar vericiler kastedilmektedir. Son aşamada ise, acil olarak önlenmesi gereken bir tehdidin varlığı, toplumun tümü tarafından kabul edilmelidir. Benzer bir şekilde, Beslan saldırısı nedeniyle toplumun can güvenliğine ilişkin terör tehdidi ve söz konusu tehdidin aciliyetinin toplum nezdinde kabul görmesi, kapalı kapılar ardında alınan kararları meşru kılmak için yeterli bir sebep oldu. Saldırı sonrasında kamuoyuna açıklamalarda bulunan Vladimir Putin, uluslararası terörizmin bir parçası olarak değerlendirdiği Beslan terör saldırısını sadece bir devlet başkanına, bir parlamentoya veya bir hükümete değil, tüm ulusa yapılan bir saldırı olarak nitelendirdi. Ulusun güvenliğine yönelik tehdidin boyutu, aynı zamanda alınacak önlemlerin kapsamına da işaret etmekteydi. Nitekim saldırının akabinde, Rusya Federasyonu içerisinde yer alan cumhuriyetlerin yöneticilerinin seçilmesine ilişkin yapılan yasa değişikliği önerisiyle ilk adım atıldı. Putin tarafından önerilen yasa değişikliği kısa sürede kabul edildi. Aynı zamanda siyasal partiler ve saldırıya ilişkin araştırmalar yapan medya kuruluşlarına yönelik baskıların artmasıyla beraber sıkı tedbirler alındı. Böylelikle güvenlikleştirme süreci, uzun vadede otoriter yönetimin çıkarları lehine çalışan bir mekanizmaya dönüştü ve son kertede, Rusya hükümeti, Beslan krizini güvenlik kisvesi altında fırsata dönüştürme konusunda dikkate değer bir başarı gösterdi.
Muhammed Alizade
Yorumlar
Yorum Gönder