“Tanrılarımız
Fransızlar, cennetimiz Paris. (...) Giysiler Fransız, düşünceler Fransız,
duygular Fransız! (...) Eh, gençlerimizi gördükçe prens, insanın Kunstkamera’dan
Büyük Petro’nun asasını alıp, onları Rus usulü bir dövesi
geliyor, o zaman akıllanırlar belki.” Lev Tolstoy’un Savaş ve Barış eserinde
kaleme aldığı bu satırlar, geleneksel Rus kültürüne yabancı bir topluma yönelik
eleştiri olmanın ötesinde oldukça ilgi çekici. Zira bu satırlarda ismi anılan
Büyük Petro ve onun en dikkate değer yeniliklerinden biri olan Kunstkamera
Müzesi geleneksel Rus kültürünü değil,bilakis 17. yüzyılın sonu ile 18.
yüzyılın başlarından itibaren Çarlık Rusya’sında başlayan ve müteakip
dönemlerde de devam eden Batıcı reformları temsil etmekteydi. Fakat müzenin önemi
sadece bununla sınırlı değildi.Bilindiği üzere, iktidarda olduğu dönemde Avrupa ile ilişkilerini geliştirerek
imparatorluk sınırlarını muazzam ölçüde genişletmeyi başaran ve kendine has özellikleriyle birlikte ülke içinde uyguladığı
reformlarla da adından sıkça söz ettiren Petro’nun başlıca hedefi, insanların günlük hayatına doğrudan etki etmek ve onları yeni bir
kalıba dökmeye çalışmaktı.Dolayısıyla Kunstkamera Müzesi, Çarlık Rusya’sı
tarihinde Batılılaşma sürecini sembolize etmenin yanı sıra, mutlak otorite
sahibi yöneticiyle toplum arasında var olan iktidar ilişkisinin bir sembolü
olma özelliğini de taşımaktadır.
Almanca’da “sanat odası” (kunstkammer)
anlamına gelen Kunstkamera Müzesi’nin
kuruluş tarihi,başkentin Moskova’dan St.
Petersburg’a taşındığı döneme
tekabül etmektedir.Başkentin değişmesiyle birlikte Petro’nun özel
koleksiyonları ve kütüphanesi de St. Petersburg’a getirilmiş ve kısa bir süre sonra bu koleksiyonlar, 1718 yılında inşasına
başlanan Kunstkamera’ya yerleştirilmiştir.Bilinenin aksine, bina ilk başta sadece bir müze
olarak tasarlanmamış; aynı zamanda bir bilim merkezi ve kütüphane olarak da
işlev görmüştür.İlk başlardaSt.
Petersburg Bilimler Akademisi, Kütüphanesi ve
Kunstkamera olarak anılan ve bilimsel araştırmanın
odağı olacak şekilde tasarlanan bu yapı, Çarlık Rusya’sı hükümetinin ve yeni başkentin en önemli parçası olma özelliğini
göstermiştir. Müzenin yapım
aşaması oldukça uzun sürmüş ve Petro binanın tamamlanmış versiyonunu
görememiştir.Büyük Petro’nun ölümünün ardından, 1747 yılında müzede çıkan bir yangın sonucunda
hem binanın kendisi hem de binanın içinde yer alan koleksiyonlar önemli ölçüde
hasar görmüştür. Restorasyon çalışmalarını takip eden dönemlerde müzedeki koleksiyonların
sayısı giderek arttığı için 1800’lerin başlarında bu koleksiyonlardan
yola çıkarak kendi alanında bağımsız araştırmalar yapan bir kaç müze
kurulmuştur. İlk başlarda St.
Petersburg Bilimler Akademisi, Kütüphanesi ve
Kunstkamera ismiyle bilinen yapı ise daha sonra Etnografi ve Antropoloji
Müzesi ismini almıştır.
Günümüzde müzede bulunan
koleksiyonları birkaç gruba ayırabiliriz. Bunlardan ilki, Çar’ın Avrupa’ya yaptığı geziler sonrasında bilim insanlarından satın aldığı anatomive zooloji alanına ilişkin örneklerdir. 17. yüzyılın sonu ve 18. yüzyılın başlarında siyasi amaçlarla gerçekleştirilen geziler, Büyük Petro tarafından kültürel ve bilimsel faaliyetlerle tanışmak için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu süreçte Frederic Ruysch, Albert Seba
ve Joseph-Guichard Duverney gibi bilim
insanlarının çalışmalarını inceleme
fırsatı bulan Petro, bu koleksiyonları satın alıp Kunstkamera’da sergilemek için
yüklü miktarda para ödemiştir. Özellikle 17. yüzyılda William
Harvey’in kan dolaşımını
keşfetmesinin ardından geliştirilen yeni tekniklerle ölü insan damarlarına sıvı
mum enjekte edilmesi, embriyoların uzun süre bilimsel inceleme için korunmasını
mümkün kılmıştır. Anatomi ve zooloji alanına özgü örneklerden oluşan bu
koleksiyonlar, günümüzde müzenin en ilgi çekici bölümünü oluşturmaktadır.
İkinci grupta yer alan
örnekler, Büyük Petro’nun Moskova’dan St. Petersburg’a getirilen özel koleksiyonunu ve ölümünden sonra
müzede sergilenen kişisel eşyalarını içermektedir. Bilindiği üzere, Petro’nun ilgi alanları arasında astronomi ve geometri de
bulunmaktaydı. Dolayısıyla hem Petro’nun kendi koleksiyonları içinde, hem de yurtdışından
satın alınan koleksiyonların içinde bu alanlarda
kullanılan ölçüm araçları, teleskoplar, küçük dürbünler
ve özenle işlenmiş saat mekanizmaları bulunmaktaydı. Konuyla ilgili olarak, Kunstkamera Müzesi’nin, 1839 yılında Pulkovo Rasathanesi’nin inşaatı tamamlanıncaya
dek, astronomi, meteoroloji, coğrafya, jeodezi ve topografya alanlarındaki
çalışmaların merkezi olarak kullanıldığını da belirtmek gerekir.Kişisel eşyalarının sergilendiği bölümde ise en çok dikkat çeken,
Petro’nun diş koleksiyonları ve dişçilik alanında
kullandığı aletlerdir. Çar’ın hayatını ele alan
biyografilerde sıkça vurgulandığı üzere, kendisini bilginin mutlak sahibi ve
merkezi olarak konumlandıran Petro, özellikle dişçilik
alanında yaptığı küçük çaplı ameliyatlarla hem çevresindeki insanlara korku
salmış hem de onları şaşırtmayı başarmıştır.
Serginin bir diğer
bölümü ise halkın ücret karşılığında müzeye getirdiği örneklerden oluşmaktadır. Bu örnekler, Petro’nun 1718 yılında
yayınladığı
emrin sonucunda müzeye getirilen hayvanların, kuşların ves. kemiklerinden,
gümüş veya demir paralardan, çanak çömleklerden ve en ilginci ‘şekil bozukluğu’
olan canlı veya cansız bebeklerden ibaret idi. Bunların karşılığında ise halka
ödül niteliğinde belirli bir ücret verilse de, söz konusu emir, örneklerin
getirilmemesi halinde bir ceza da öngörmekteydi. Aslında Büyük Petro döneminde
alınan kararlara uyulmadığı takdirde verilecek cezalar reform faaliyetlerini de
kapsamaktaydı ve dolayısıyla insanların günlük yaşamları için olağan bir
durumdu. Fakat verilen kararın “şekil bozukluğu” olan canlı bebekleri de
içerdiğinin iddia edilmesi oldukça ilginçtir. Diğer taraftan, taşıdıkları
yükümlüklerin karşısında insanlara bir hak da tanınmaktaydı. Müze, halkın
ziyaretine açıldıktan sonra insanların
buraya gelmesi özellikle Petro tarafından teşvik edilmekteydi. Kendi
kültürlerine yabancı olan bu yenilikleri gözlemlemesi için halka müze
yöneticisi tarafından kahve ve kek (bazen de vodka) ikram edilmekteydi.
Kunstkamera Müzesi örneği de
dahil olmak üzere, uygarlığın doğuşundan itibaren insanların kendi yöneticileri
- tanrı, kral, imparator- için inşa ettikleri dev yapılarla karşılaşmaktayız.
Toplumun yönetici konumunda yer alan kişinin gücü bu yapılarla dışa vurulmaktadır.
İktidarı mutlak olarak ele geçiren yöneticinin belirlediği ülke, başkent ve en
önemlisi “saray en başta bir merkez, insanların kendilerini ona göre
konumladıkları bir nokta olarak düşünülür (…) Başkent sarayın etrafında inşa
edilir; başkentin evleri, ayakta duran saygı edimidir.” İnşa edilen saray, en
önemlisi bir iktidar aracı olarak bilginin merkezini de kendi içinde
barındırır. İktidar sahibi yönetici ise bu yapılarla bir bakıma tüm bilginin
merkezi olduğunu da ifade eder. Tarih boyunca yöneten ve yönetilenler
arasındaki ilişki veya toplumun siyasi anlamda örgütlenme biçimi tümüyle aynı
olmasa da, iki kesim arasındaki iktidar ilişkisini somut olarak ortaya koyan
yapılar benzer özellikler taşımaya devam etmektedir. 17. yüzyılın sonunda tek başına hakimiyeti ele geçiren Çar
hem başkenti St. Petersburg’a taşıyarak hem de reformlarını uygulamaya koyarak kendinden önceki
düzeni reddedip yeni düzen kurmayı hedeflemiştir. Kunstkamera benzeri yapılarla
sembolik anlamda otoritesini sağlamlaştıran Petro, bir iktidar aracı olarak
bilgiyi de bu merkeze taşımıştır. Ayrıca müzeyi halka açık hale getirerek Batı
kültürüne tümüyle yabancı olan Rus halkını yeni bir kalıba dökmeye çalışmış ve
böylelikle geleneksel Rus kültürüne tümüyle yabancı olan yeniliklerle insanların
eylemleri ve günlük davranışları üzerinde de eylemde bulunma başarısı
göstermiştir.
Muhammed Alizade
Yorumlar
Yorum Gönder