Koronavirüs
gündemi, uluslararası ilişkilerin uzunca bir zamandır sürdürdüğü hegemonya
tartışmalarını derinleştirmiştir. ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin post-korona
bir dünyada nasıl konumlanacaklarına dair birçok fikir ortaya atılmıştır.
Tartışmaların önemli bir boyutu ise Çin ile 1962 Savaşından itibaren bazı
sorunlar yaşayan Hindistan’ın başka araç ve amaçlarla devreye/denkleme
girmesidir. Soğuk Savaş yıllarında SSCB-Çin gerginliğinin de etkisiyle SSCB’ye
yakınlaşan Hindistan, Pakistan’la da kurucu/çeşitli sorunlarda karşı karşıya
gelmiştir. Başlarda Pakistan’la bir ittifak ilişkisi kuran ABD, 1978 sonrası
açılım yapan Çin’le da ilişkileri iyileştirmiştir. Ancak bugün Çin’le aralarındaki
hegemonik mücadele gereği, Çin’i ‘çevrelemek’ için Hindistan’ın müttefikliğinin
önemi artmış, bu bağlamda da Pakistan’ın müttefikliğinin önemi azalmıştır.
Bunun en somut örneği, Şubat 2020’de Hindistan’ı ziyaret eden Donald Trump’ın,
bölgeye ziyaret düzenleyip de Pakistan’ı es geçen tek başkan unvanını kazanmış
olması gösterilebilir. Bu basit bir durum gibi görünse de, tarihsel kökleri ile
birlikte değerlendirildiğinde ciddi bir olaydır.
Hindistan’da
2014’ten bu yana Başbakan olan Narendra Modi ve onun iktidar partisi BJP,
ülkeyi ‘Hindutva’ adı verilen milliyetçi bir ideolojiyle yönetmektedir.
Hindutva ideolojisine verilebilecek iki politika örneği vardır. İlki BJP’nin
Modi liderliğindeki ikinci genel seçimden de başarıyla ayrılması sonrası 5
Ağustos 2019’da, tarihsel bir statüsü olan Keşmir’in özerkliğini koruyan 370.
Madde’nin anayasadan çıkarılmasıdır. İkincisi ise yakın dönemde ortaya çıkan
Vatandaşlık Yasası Değişikliği’dir. Bu yasa değişikliği açıkça Müslümanlara
yönelik bir dışlayıcılığı içinde barındırmaktadır.
Nasıl ki
Hindutva’nın temel ötekisi Müslümanlarken ABD’nin koronavirüsle daha da
belirgin olarak küresel siyasetteki temel/güncel ötekisi ise Çin olmuştur.
Koronavirüsün Müslümanlar tarafından çıktığını bile iddia eden BJP yetkilileri
olduğunu ayrıca eklemek gerekir. Benzer şekilde ABD’li resmi kanallarca
sürdürülen‘Çin virüsü’ söylemi ve DSÖ’nün ‘Çin kuklası’ olarak nitelenmesi de
boşuna değildir.
ABD ve Hindistan
ilişkilerinin önemli bir boyutu ise güvenlik alanındadır. Soğuk Savaş’ın kurumsallaşması
ile ABD’nin 1947 yılında kurmuş olduğu ABD Pasifik Komutanlığı’nın adı 30 Mayıs
2018 tarihinde ABD Hint-Pasifik Komutanlığı olarak değiştirilmişti.
Hindistan’ın denkleme dâhil olmasını isteyen ABD, ayrıca Başkan Trump’ın son
ziyareti sırasında bir Kapsamlı Küresel Stratejik Ortaklık belgesini
Hindistan’la imzalamış; 3 milyar dolarlık bir askeri teçhizat alışverişi
sağlamıştır. Bu doğrultuda Hindistan Apache ve
MH-60 Romeo helikopterleri ve daha birçok askeri teçhizatı ABD’den satın
almıştır. Özellikle MH-60 Romeo’nun deniz helikopteri olması ve başka deniz
helikopterlerinin de anlaşma çerçevesinde olması dikkat çekicidir. Ancak tüm bu
hazırlıkların yalnızca Hint Okyanusu’nun güvenliği için olduğunu söylemek doğru
olmaz.
Hindistan
ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki diplomatik anlaşmazlığın derinleşmesi,
2017’den bu yana bir dizi askeri gerilimi de beraberinde getirmiştir.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Nepal ile Butan arasında yer alan ve kuzeyinde Çin Halk
Cumhuriyeti’yle sınır oluşturan Sikkim’de iki devletin askerlerinin çatışması bu
gerilimi iyice tırmandırmıştı. 16 Haziran’da ise bu sefer Ladakh (Cammu
Keşmir’e bitişik ve Çin Halk Cumhuriyeti ile sınır teşkil eden bir bölge) iki
devletin orduları arasındaki çatışmaya meydan oldu. Ladakh sınırında bulunan
Galwan Vadisi’ndeki çatışmada iki taraftan da ölen askerler olduğu ileri
sürüldü. Hindistan 20 askerinin hayatını kaybettiğini ve 40’ı aşkın Çin
askerinin hayatını kaybettiğini iddia etse de Çin tarafından askerlerini
kaybettiklerine dair resmi bir açıklama gelmedi.
Ladakh gerilimi gerçekleşmeden birkaç gün önce Hindistan’ın ana savaş tanklarını Çin sınırlarına çekmesi üzerine Savunma Bakanı Rajnath Singh, Hindistan’ın zayıf bir ülke olmadığını ve ulusal çıkarları korumak için her şeyi yapabileceklerini söylemişti. Ladakh gerilimi sonrası da bölgede askeri hazırlıkların üst düzeye çıkarılması ve devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamaların dozajı tabiri caizse bir kararlılık resmi çizmeyi hedefler nitelikte. Çin Halk Cumhuriyeti ise yaşanan çatışmanın Hindistan’dan kaynaklı olduğunun tartışmaya kapalı olduğunu ileri sürdü.
Olaydan
yaklaşık bir hafta kadar önce ise ABD’nin uçak gemisi filosunun önemli bir
bölümünü bu bölgenin sularına çekmesi ve bu güçlerin bölgede devriye gezmesi
ayrıca önemli bir durumdur. Bunun yanında 9 Haziran’da ABD askeri jetlerinin
Tayvan Adası üzerinde gezmesi Çin’in büyük tepkisini toplamıştı. Her ne kadar
Tayvan, ABD askeri jetlerine hava sahasına giriş izni verse de Çin bunun
illegal ve ciddi bir provokasyon olduğunu söyleyerek ABD’nin egemenlik ve güvenlik
bağlamında uluslararası hukukun temel ilkelerini ihlal ettiğini ileri sürdü.
Yine aynı gün Çin’in kuzeybatısında askeri tatbikat yapması ise Hindistan ile
sınır konularında başka bir gündemdi. Ancak yakın zamanda, tarafların diplomasi
yoluyla ihtilaflı bölgelerden askerlerini çekme kararları ve edimleri olumlu
birer adım olarak okunabilir.
Donald
Trump’ın çeşitli kampanyalar yoluyla Çin’in uluslararası toplumdaki
meşruiyetini sarsma çabaları ve tüm dünyanın kamuoyu nezdinde ‘virüsün Çin’den
geldiği’ kanaatinin pekişmesi girişimi başarılı görünmektedir. Hegemonyasının
bir süredir zayıfladığı tartışmaları arasında Ticaret Savaşları ile ekonomik
olarak Çin’i baskılamak isteyen ABD’nin askeri olarak daha aktif politikalar
benimsemesi de muhtemel. Haliyle kısa-orta vadede, şimdilik Hindistan
vesilesiyle başlayan askeri stratejiler genişletilebilir.
Kısacası, ABD’nin bölgede Hindistan’la giriştiği sıkı işbirliğinin Çin’i çevreleme üzerine kurulduğu açıktır. 1970’lerde Kissinger ve Nixon’ın Sovyetler Birliği’ni Asya’da çevrelemek için Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkiler geliştirmesine benzer bir şekilde bugün Çin’i Asya’da çevrelemek için Hindistan denkleme dâhil edilmektedir. Tüm gelişmeler bununla da sınırlı değildir. ABD, askeri anlamda hava ve denizlerde Çin’e karşı daha aktif bir tavır takınmaktadır. Ancak Çin’in de pasif bir politik pozisyonu olduğunu söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte sınır konuları bağlamında Hindistan ve Çin arasındaki gerilimin daha da artması beklenebilir. Kısa vadede iki devlet arası sınır çatışmalarını, bölge devletlerin hava sahalarında askeri jetlerin hareketliğini ve Hint Okyanusu üzerindeki ABD ve Hint donanmalarının artan etkilerini görmek mümkün gözükmekte.
Mertcan Keleş
Yorumlar
Yorum Gönder